6 Şubat 2014 Perşembe

Eskilerden: 02.04.2013

 
Aslında defaten belirtildi;

Dil.

Elbette değerlidir.

Ama bunu (dil'i), lengüistik felsefe'cilerin kullandığı gibi (ve bizde de borderline/minör örnekleri çoktur) dünyanın/evrenin yansıtılmasının aracı olarak kabulünden öte, yeniden inşasının aracı olarak tanımlamamak lazımdır.

Kavramlar (ve onların tarihleri, ki maddidir) burda önem kazanır.

Çünkü her kavram- hatta her kelime- bir genellemedir ve bu genellemeler bir ses ve anlam paketi olarak (ya da bunun "yazım" karşılığı veya sembolü olarak) insan zihninde hiçbir zaman tek başlarına var olmamışlardır.

Bilakis, realiteden kaynaklanan ve duyu organları üzerinden dolayımlı olarak algılanan canlı bir algıyla sürekli ve ayrılmaz bir ilişki içinde kavranmışlardır.


Örn. Lsd veya o biçim maddelerle haşır neşir olanlar, realiteyi duyu organlarıyla algılar ve deneyimlerken, gözlem'in ispatlanabilir oluşunu istatistiki olarak test edebilme imkanından yoksun bir algı karmaşasında bulunurlar.

Algı karmaşıklaşır ve gözlemlenen nesne üzerinde istediğimiz anlamda çalışmayı ve genellemeler yapabilmeyi mümkün kılmaz.

Örneğin şarap kadehini ağzına götürüren birinin, şarabı bazen akar.. bazen akmaz.

Veyahut akar ama, bir damla olur bir ton, damacana.. bazen de yağmur yağar.

Portakalın rengi, bazen müthiş çarpıcı turuncudur.. bazen değildir, hatta bazen kenardaki eriğin yeşiliyle dans edebilir!

Ya da gözeneği..Koca bir şişeyi minicik bir gözeneğe doldurursun, sığar.. Ve bazen sığmaz, portakal ufalır şişenin içine damlar.

Arabanla yolda giderken.. gökyüzüne tırmanan otoban.. vesaire.

Böyle bir dünyada, bildiğimiz anlamda ve daha da önemlisi "ihtiyacımız olduğu oranda" bir genellemeler zinciri teşkil edebilmek mümkün müdür?

Değildir demeden önce, şunu diyeceğim;

İhtiyacımız olduğu oranda demek: Minimum ve Hayatta kalmamıza yetecek kadar.

Mesela.. hergün yataktan kalktığımızda, ayağımızı yere güvenle basabilememiz gibi.

Bu bile, milyarlarca gözlemin sürekli ispatlanmasıyla üretilmiş bir genellemenin bilinçte dakikleştirdiği bir güven (ve kabuldür) aslında.

O zemin var ve orda.

Şarap gibi değil yani..

Hani şu bazen akan.. bazen akmayan.

Ve daha da önemlisi;

Hapı çeken amcam.. hadi hepsinden yırttı diyelim.. (yani nası desem, havuzun dibindeki iki santimlik suyu oah be koca okyanus evimin önüne kadar gelmiş hemi de Sivas'ta!..şeklinde algılayıp kafa üstü çakılmadı betona.. veya karşı komşunun balkonuyla kendi balkonu arasındaki mesafeyi bi adımlık görüp atlamaya çalışmadı vesaire..)

Yine de bişeyler yiyip içmeden ne kadar yaşar?

:)

Neyse..

Diyeceğim;

Kavramlara Lsd ve benzeri şeyler katmayalım.

Çünkü onların bir tarihi var.

Katsan da var, katmasan da var.

Ve insan hayatta kaldıysa, ürettiği kavramlarla realite arasındaki canlı, karşılıklı ve sürekli ilişkinin farkında olduğu ve bu farkındalık bilinçte sürekli dakikleştiği için kaldı.

Yoksa ruhun derinliklerinde "yaş tahta " zotturduğu için değil.

Yaş tahta kavramı yani..

Şu basılmaması gereken:)

9 yorum:

  1. "Kavramlara Lsd ve benzeri şeyler katmayalım.

    Çünkü onların bir tarihi var.

    Katsan da var, katmasan da var." demişsiniz...ben temelde dil'in "anlaşmak-birbirini-bir diğerini-hatta insanın kendisini anlaması" için en zayıf, geçersiz, sürekli bir mit'e dönüşerek büyüdüğünü, genişlediğini, hem de hiçbir şey söylemediğini düşünürüm...yani "dil" olgusu elbette sizin bahsettiğiniz ortak deneyim, bellek kaydı olmak durumunda tarihsel dizgede...ancak; bence bütün diller atalarından yalnızca izler taşır...her kuşakta yeniden üretilir...konuşma ve dilin varlığı konusunda söyledikleriniz doğru olabilir ancak söz konusu "anlatmak" olunca...-ki bence kelimeler dinler, izler ve asla bir şey anlatmazlar (modern sonrası kuşkuculuk:) ) kelimeler LSD almalı.

    YanıtlaSil
  2. Sizin söylediğiniz anlamda (:) katalım elbette. Bir yandan "cidden" söylüyor ve bir yandan gülümsüyorum buna, çünkü şu cümle bile "anlatmak" istediğiniz/miz "şeyin" kendi üzerine katlanmış gölgesi gibi.

    Kaç helezon oldu sayamadım.

    :)

    Ve bir de, "ölene kadar katmak"..

    En azından kişisel hak ve özgürlükler içinde saygıyı hakeder belki de.

    Vakit bulunca yine yazmaya çalışacağım, sağlıcakla kalın.

    YanıtlaSil
  3. Aslında söylediklerime ek olarak şunu da düşünmüyor değilim; modern sonrası derin bir kuşkuculukla, kelimelerin asla taşıdıkları varsayılan anlamları "tekil bir gerçeklik algısı ile taşıyamayacaklarına" olan inancım ile neden yazmaya çabalıyorum ki? kendimle çelişik bir durum bu zira benim öngörüm gerçekten "anlatabilmek ve anlaşılmak" mümkün değil ise (şimdi bir an O. Veli'yi duydum ansızın "anlatamıyorum" derken.) dil ile olan ilişkimizin zayıflaması beklenirken neden sımsıkı bağlıyız ki ona? neden bu kanaatteyken hala deli gibi okuyup yazmak? üstelik benim bir yanım sıkı sıkı Derrida'ya da bağlıdır. Ustamdır yani:) hal böyle iken pamuk prenses'in, othello'nun, daha bir sürü metnin birden farklı okuması yapılabilecekse (sosyo-politik, ekonomik, psikolojik vs.) bir metin neredeyse artık yazarının yazdığından çok, çok daha başka bir şey ise....o halde okuduğumuz her metni, her kitabı yeniden yazdığımızı söyleyebilirim (bu da ilk kez burada bu cümlelerle ifade ettiğim bir şey oldu, sözcük evinde yer bulmalı bu görüş). Belki çok iddialı oldu ama..neyse bunlar benim çoklukla kendime sorularımdı. "dil" benim dipsiz kuyumdur, durur durur aşağı bakarım:)

    YanıtlaSil
  4. aynı gün cevap vermişssiniz, ben yeni farkettim. (genelde yorum sayılarına bakıyorum ve nedense "aaa, hala 3 yorum var, demek ki yeni yorum yapılmamış" diye bakmamıştım, hayırdır inşallah:)

    aslında.. (ki aslında demek , ne tuhaf bişey aslında:) ilk mesajımda yazmaya çalıştığım "...çünkü şu cümle bile "anlatmak" istediğiniz/miz "şeyin" kendi üzerine katlanmış gölgesi gibi..Kaç helezon oldu sayamadım." cümlesi.... sizin ikinci yorumunuzda "aslında" ile başlayan alternatif görüşünüzü betimlemeye çalışıyordu. Lakin cümlelerimin arasını (bazen sizin de yaptığınız ve oik0s'un da farkettiği gibi) her zaman olmuyor doldurmaya takatim:)

    Kalemi oldukça yetkin birisi olarak sizin , makaleme yönelttiğiniz kritik, bence yerinde ve doğru. Ama yeri burası değil belki.

    Şöyle ki;

    Dil ötesi ve obje-dil birbirine karışmış sanki.

    Yani; incelenmekte olan ve "obje-dil" adı verilen dil'i ( ki bu dil, doğal, suni veya somut bilimsel bir dil teorisi bile olabilir) bu dil'i incelerken kullanılan dil'den ( yani dil-ötesinden) ayırmak gerekir. Aksi halde, dil-ötesi ile obje-dil arasında ayrım yapılmaması durumunda, paradokslar kaçınılmazdır:)

    Buna karşın (ve aynı zamanda) doğal diller en yüksek düzeyde "dil-ötesi" dir.

    :)

    Pek Derrida okumadım, ama merak ettim, obje-dil ve dil-ötesi hakkında bişeyler düşünmüştür kesin.



    YanıtlaSil
  5. Selamlar,

    Merhaba Gamaro ve MArsseh.

    Uzun zaman oldu şöyle bi bakiim dedim ve güzel bi tartışma gördüm. Katılmadan edemeyeceğim.

    Derrida'nın yetersiz kaldığı kısmı gamaro güzel belirtmiş. Hatta Zizek daha da güzel belirtir. Sözce öznesiyle sözceleme öznesi farklıdır diye. İkisi aynı biçimin içindedir.

    Şunu unutmamalıyız ki Dil'in veya şeylerin kökeni virtüel bir çokluk değildir ki onun anlamlarını çoklu olarak kavrayalım. Özne tanım gereği otonom bi yapıdadır. Algısı da fenomenal'dir (aman diyorum Husserle'ci anlamda değil, Hegelci anlamda). Yani görüngüseldir. Diğer bir değişle görüntüyü algılar. Diğer bir değişle BİRŞEY'in, BİR GERÇEĞİN görüntüsünü. Ne olduğunun önemi yok ancak burda dikkat gerektiren nokta Deleuz'cu (Derrida'yı bende çok iyi bilmem ama Deleuze'u iyi bilirim) güzvenilmez realite çokluğu kavramının bizi yanıltmamasıdır. Algı aslında tam algıdır.

    Dil'e LSD karıştırılmamasını söyleyen gamaro'da aslında bu yönden Hegel'ci taraftadır. Ve bu taraf belki de Marx'dan bile daha materyalisttir. Keza Hegel, karşıtları uzlaştırmaz. Dil ile gerçek arasında ayrımı korur. Bu ayrımı dil tarafından (evrensel, simgesel vs) kayda sokmaya çalışır. Aynısını toplumun çelişkili gerçeğini(sınıf ayrımı) evrensel'de yankılatmak isteyen MArx da yapar. Deleuze; ayrı ve farklı grupların biraradalılığının ve farklılıklarının korunmasını mesele edinirken (keza derrida'nın metni çoklu okumasında da aynı naif düşünce hakimdir) fenomenal dinamik öznenin maddeye ve onun sembollerştirmelerine (hegelci evrensel) bağlılığını varsayar. O yüzden algı iyinin ve kötünün ötesindeki göreli bi çoklukta değil, tam da bu kavramların (yani dilin) içinde cereyan eder. Bu dil ne kadar güvenilmez olursa olsun (sadece bu konuda marsseh'e katılıyorum), özne dilin içerisinde varolur. (tıpkı gamaro'nun yazısında felsefe ve dinin aslında birşeyler kopuş olduğunun ve bireyin artık özdüşünümsel olarak hareket ettiğini vurguladığı gibi)

    İşte yine bu yüzden fenomenal yanılsamayla gerçek birarada aynı görüntüyü oluşturur. Zizek marx'ın dediğini işte bu yüzden daha ileriye götürür. Bilmiyorlar ama yine de yapıyorlar. Hayır... biliyorlar ama yine de yapıyorlar.

    Selamlar hepinize. Tartışmanın devamı gelir umarım. Sizler okumazsanız bu çokluğun kendi yalnızlığında kalan bi yorum olur. Tartışalım ki simgesel-evrensel dil'e kaydolsun :)))

    wallace

    YanıtlaSil
  6. "hal böyle iken pamuk prenses'in, othello'nun, daha bir sürü metnin birden farklı okuması yapılabilecekse (sosyo-politik, ekonomik, psikolojik vs.) bir metin neredeyse artık yazarının yazdığından çok, çok daha başka bir şey ise....o halde okuduğumuz her metni, her kitabı yeniden yazdığımızı söyleyebilirim"

    Burada bir hata var gibi. Keza bir kitabın okumasının çoklu olması bir referans merkezinde döner. Çoklu okunmasına imkan tanınan bir metnin aslında olumsuzlanmamış bir çekirdeği olduğu varsayılmalıdır. Felsefi dille konuşacak olursak gerçek metin ancak olumsuzlanarak çoklu okumaya müsaade eder ki bu gerçek metni elimizden kaçırmak zorunda olduğumuz ama yine de gerçek bir metin olarak kabul etmek zorunda olduğumuz anlamına gelir.Diğer bir değişle bir imkansızlığın-bilinmeyenin (varlığın olumsuzlanmadan önceki bilmediğimiz olumlu durumunun) bir çoklu olumsuzlanması vardır.

    Gamaro yukarıdaki metninde bahsettiği; hergün başımıza gelen şeylerin (güneşin doğup batması, yer çekimi vs) şüphesiz gerçek olması da onların saf gerçek olmasıyla ilgilidir. Siz güneşi istediğiniz kadar formulize edin, güneş yine real olarak orada olan bir şeydir. Bu gerçeğin de (gerçeklik demiyorum) kaynağı sosyal ve yaşam pratiklerinin tekrarcı unsurlarıdır. O yüzden Lacan:"Tekrar edilen şey bastırılır" der. Yani artık bastırılmış-hayaletimsi bir yapı olarak gerçek, baktığımız şeye post-modern bi şüphe duyulmasını engeller. Dil devreye girse bile, güneş, yerçekimi vs kendi için (kendinde değil) bir gerçektir. (olumsuzlanmış bir gerçek)

    O yüzden kaçınmamız gereken nokta, çoklu okumanın ardında bir gerçek olmadığını söylemektir. Kitap o yüzden, ne yazanın iç dünyasını yansıtan bir ego bütünlüğü içerir (husserlci görüş), ne de yazanın içdünyasından tamamen bağımsız özne dışı bir durumdur (post modern görüş). Yazarın içdünyasından gelen ama nesnel bi durumdur. Yazar bir paradox'tur. Gerçeğin üzerinde durduğumuzun ama onu tanımlayamamızın bi işaretidir. Kitap, öznel bir kimlik taşırken, aynı kimlik bir öteki tarafından (kabaca toplum) oluşturulmuştur

    YanıtlaSil
  7. Selam wallace, seni görmek güzel:)

    Şu aralar inanılmaz bir yoğunluk var, malum yıl sonu.. toplantı, istatistik, veri.. ve lanet olası ebidta vesaire :)

    Şimdilik "sadece" masal ! diyeceğim, o nedenle.

    Çoklu okuma, ya da belki ( hatta ne belkisi, mutlaka:) farklı algı düzeylerince farklı ve çoklu okumalara "özellikle" açık olası şu masallar... Ki zamanında demiştim sanırsam, "masallar" birşey öğrenmek için değildir, "masal"ın kıymetini bilmek kafidir.

    :)

    Ama işte burda konu, edebiyat ile felsefenin, kontrast iki rengin ( mesela turuncu ile mavi) sınır komşuluğu yaptığı o ince çizgiye temas ediyor ki... maviye baksan turuncuyu, turuncuya baksam maviyi daha "canlı" görüyorsun.. ( himineşşeytanırraciiim:)

    E görüyorsun da ne oluyor... dersen eğer;

    Kavramlara Lsd katmayalım derken "kastettiğim" obje dil ve dil ötesi, edebiyata yatay geçiş yaptığı için "yetkisizleşiyor" ve "elbette ki katalım" şerhini hak ediyor.

    Peki lsd katılmış kavramların yol açtığı/ açabileceği farklı okumalardan hasıl olabilecek, ve başka hiçbir şey olmasa bile bir "güzellik değeri" olarak felsefi bir kategoriye (örn estetik) ve onunla kaçınılmaz bir bütünlük içinde endam edecek olan epistemoloji, ontoloji ve türevlerine paralel/ seri bağlantılarla eklemlenecek "fenomen'e" dair...felesefenin söyleyecek neyi olacak?

    :)

    Zor konular bunlar, lakin güneş doğudan doğacak! he he:)

    Ben sadece

    YanıtlaSil
  8. Ben sadece.. yazının en başında da ifade etmeye çalıştığım gibi; dil'in (ve beraberinde realite ile ilişkilerinden koparılmış ve kendinde kendi bir şey olarak " varlıklaştırılmış" kavram ve kavram sistemlerinin ) temelde evrenin yeniden inşasının değil, yansıtılmasının aracı olduğunu ısrarla tekrar ediyorum.

    Zaten bu da, idealizm ve merafizik ile materyalizm arasındaki turnusolu teşkil eder.

    Gerisi, bilinç ve pratik arasındaki ilişki gibi, bambaşka iki kürenin konusudur ve ayrıdır.

    İnkarın inkarı, kendi üstüne kıvrılan helozon ve tarih...( şaşırtmaya müsaittir) Hatta bak iyi oldu, şu işler biraz hafiflesin, mantıksal olan ve tarihsel olanın ilişkisine dair bir makale hazırlayayım ben.. Felsefi bir partizanlıkla elbet:)

    Bu arada hala Dalaman'da mısın dostum?

    :)

    YanıtlaSil
  9. Evet gamaro Dalaman'dayım. Benim de işlerin fırtınalı olduğu bi dönem. Hikayesi uzun.

    Dil konusunda bilgili olduğunu yazılarından anlıyorum. Burada dil felsefesi ile dil'le flört halinde olan ama felsefe olmaya inadına devam eden bir felsefe arasında ayrım yapılması gerektiğini düşündüğünü hissediyorum. Evet Hegel ve kimi zaman Marx spekülatif gelse de doğruyla gerçeği ayırmaları açısından (altyapı-üstyapı, evrensel-tikel gibi) düşünmede bi "incelik" sergiliyorlar (senin sonsuz'daki yazılarından birinde güzel bi deyimindir bu, Marx "incelik"ten daha iyi bi sıfatla tanımlanamazdı herhalde).

    Hani dilsel önermelerin geçerliliğini onların doğruluk değerinden alması modası geçti gibime geliyor (mantıksal pozitivist ve çoğu "dil felsefecileri). Çokluğun modası (post yapısalcı) inadına devam ediyor. Ben de inatçı bi materyalist olarak gerçek var diyorum. Bilimsel doğru olarak değil, ama pratik olarak gerçek. Dil evreninde yaşasak da (yabancılığı ve yapaylığı kabulumdur) mücedele ettiğimiz şey gerçek. Sanki: Düşiünüyorum o halde (gerçek) var. Ya da varoluş koşullarımı bilmediğim (ya da bildiğimi bilmediğim) sürece düşünebiliyorum. Ama tam da o bildiğini bilmediğim şeyler hep o bilinçli düşüncenin-dilin-toplumsal işlevin yakıtı oluyor gibi. Buyrun size ekonomi-politik ...

    Kendine iyi bak.
    Ve makaleni bekliyorum ...


    YanıtlaSil