12 Mayıs 2015 Salı

Kavram

Kavram için, zurnanın zırt dediği yer de denebilir aslında..

En azından,  belirli bir felsefi netliğin olmadığı ortamlarda, karman çorman tartışmalarda, yeniden inşalarda, zavallı "kavram"ın adeta antik bir Yunan'ın kölesi gibi ne "korkunç" muamelelere maruz kaldığını düşünürsek..

Neyse :)

Kavram;

Dünyanın, realitenin, insan zihninde "yansımasının" bir formudur.

Ve bu yansıma sayesindedir ki, fenomenlerin, süreçlerin, ve hareket halindeki maddenin kavranması ve bunlara ait asli/tali unsurların "genelleştirilebilmesi" sağlanır.

Bu haliyle kavram, bilginin bir alt evreden bir üst evreye yükselen tarihi gelişmesini yansıttığı kadar,  aynı zamanda bu tarihi gelişmenin bizzat bir ürünüdür de.

"Bilme" ve "bilgi" ( ki bunlar da realitenin insan bilincindeki yansımasının birer formudurlar) pratiğin temelleri üzerinde gittikçe derinleşen "kavramların" bir özetidir aslında ve sürekli tekabül eder. ( eski kavramları tashih eder, ayrıştırır, yenilerini formüle eder, vs, vs)

Bu nedenle "kavramlar" statik, mutlak ve nihai değillerdir. Ancak her formu ile ( sisli düşlere dalmadığı ve gerçeklikle ilişkisini absürt düzeyde koparmadığı sürece) realitenin göreli ve sadık yansısına doğru ilerleyen bir gelişim süreci içinde yer alırlar.




Kavramlar, temel fonksiyonları bakımından,  bir dilin kelimelerini "anlamlandırırlar".

Belirli objelerle, belirli kelimeler arasında bir bağ kurarlar.


Aslında, kavramın mantıksal fonksiyonu, bizleri, pratik ve bilgi açısından ilgilendiren objelerin belirli yüklemlerini (özelliklerini) düşüncede ayırt etmektir.

Kelimelerin anlamlarının açık seçik belirmesine ve düşünce sürecinde bu kelimelerle iş görülmesine imkan tanıyan şey de budur. (Bendeniz naçizane,  objelerle kelimeler arasında bağ kurmaya ve akabinde "iş" görmeye olanak sağlayan bu süreci, "kelimelere sürtünme kuvveti kazandırmak" şeklinde betimliyorum.)

Dikkat çekici bir diğer husus ise;

Obje sınıflarının kavramlarda farklılaşması ve "genelleştirilmesi"nin, tabiat kanunları ve bilgi üretiminde vazgeçilmez bir şart olmasıdır. Her bilim dalı, bilimde biriken ve yoğunlaşan kavramlar aracılığıyla iş görür.

Bu bakımdan, Lenin'in de karakterize ettiği gibi, "kavramlar" beynin ve bilincin en yüksek ürünleri arasındadırlar.

Öte yandan,Kavramların oluşması, oldukça  karmaşık bir süreçtir.  ( Duyusal yansı formlarından "kavram"a geçiş, kıyaslama, analiz, sentez, soyutlama  idealizasyon, genelleştirme, vs..)

Bilimsel kavramlar, objelerin varlıklarına ve mahiyetlerine dair varsayımlara dayanılarak meydana getirilebilirler ( örn. atom kavramı böyle doğmuştur)



Bununla birlikte, bazı objelere ait kavramlar, gelişmenin kanunlarına ve eğilimlerine dayanılarak, o objeler henüz mevcut değilken de meydana getirilebilir. ( Örneğin, hümanizm, ya da sosyalizm gibi kavramlar, henüz kendileri mevcut değilken meydana getirilmişlerdir)



Amma velakin, belki ilk bakışta göze çarpmayan bir başka husus da şudur;

Her "kavram" , o kavramın realiteden belirli/makul oranlarda ( ki bu makullük bir meziyettir, bu bakımdan felsefi partizanlık iyidir :) sapma olarak tezahür etmesine yol açan bir "soyutlamadır" aynı zamanda.

Çünkü çoğu zaman, bir objeden "tek başına ayrıştırılıp somutlaştırılması mümkün olmayan" kimi özellik ve ilişkiler, bilme sürecinde bir enstrüman olarak kullanabilmek maksadiyle,  yalnız zihinde olmak süretiyle ayrıştırılır  ve soyutlanır. Burdaki maksat ve işlev, zihinde ayrıştırılmış bu kimi soyutlamalara "varlık" atfetmek değil, ( tanrı bizi idealistlerden korusun :) bilakis, bu özelleştirilmiş kavramlar  aracılığı ile,  realitenin daha derin bir bilgisine nüfuz edebilmektir.

Kavramların genelleştirdiği obje ve süreçler ne kadar hareketli ve esnek ise, realitenin bir yansısı olan her bilimsel kavram da o kadar hareketli ve esnektir.

Fiolozof kral Lenin'in de kaydettiği gibi;

Bir kavramın dünyayı kavraması ve anlatabilmesi için, yontulup inceltilmiş, üzerinde işlenmiş, esnek, hareketli, izafi , karşılıklı bağlılık ve karşıtların birliği içinde olması gerekir.

Bu bakımdan, kavramların esnekliği, hareketliliği , karşılıklı bağlılığı ve karşılıklı değişebilirliği, diyalektik mantık'ın kavram öğretisinin en temel yanını teşkil eder.



Öte yandan;

Kavram'da sadece genel'in tespit edilmesi, Tekil'in ve tikel'in varolmadığı anlamına gelmez.

Bilakis, ancak genel'e dayanmak suretiyledir ki, tikel objelerin çeşitliliğini ve tek bir sınıfa giren tekil objeleri ayırmak mümkündür.



12 yorum:

  1. KAVRAM: Nesnel gerçekliğin sözcüklere anlam katan yansısı... Duyularla gelen nesnel izlenimleri düşüncenin soyutlama işleminden geçirerek kavranan genel bir nesnedir. Tasarımlayan düşüncenin işlemi sonucu da üretilir. Doğada nesnel ve somut olarak buluna gerçeklerin soyut düşünce aracılığıyla tasarımlanması durumu. Doğa ürünü değil Düşünce ürünüdür.
    Nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım. Dışa gerçeklikte, eş deyişle doğadan çıkartılı ancak doğruluğu, yanlışlığı yeniden dış gerçekliğe yani doğaya dönerek ve somut örneklerinde denenerek anlaşılır.

    Örneğin sevgi kavramı... Algılayana göre faklılık göstermekte olmasına bu bir yanılsamadır aynı zamanda. Soyut olan bu kavramın davranış sonuçlarıyla somut olanda belirdiği üzere ideal bir tanımını bulmak olasıdır :)


    Kavramlar ve soyutlama ilişkisi ayrılamaz nitelikte olduğuna göre soyutlama nedir?

    Soyutlama, bir kavramın bilgi içeriğini azaltma veya indirgeme süreci.

    Devamında indirgeme nedir sorusu geliyor.

    - Tümdengelimci bir dizgede bilinmeyenleri bilinen bilgilere geri götürme.

    - Fizik: Kapalı bir çevrimi, yeğinliği değişen bir mıknatıs alanın içine koyarak elektrik akımı oluşturma. 2. kimya, metalbilim: Kimyasal bir olay sırasında, bir özdeğin bileşimindeki hidrojen (H) niceliğini arttırma ya da oksijen (O) niceliğini azaltma işlemi. 1. Kimyasal bir olay sırasında bir maddenin bileşimindeki hidrojen miktarının artırılması ya da oksijen miktarının azaltılması, bir atom ya da iyona bir elektronun eklenmesi. 2. Mayoz bölünmesi sırasında kromozom sayısının yarıya indirilmesi. Redüksiyon.

    - Bir önermeyi eşdeğeri olan indirgenmiş bir önermeye dönüştürme işlemi.

    - Terimlerin derlenmesi, üstlerin alınması, üleşkelerin yalınçlaştırılması, ornatma yapılması ve benzeri yöntemlerle eldekini bir başka biçime sokma eylemi. 2. Azaltma, küçültme.

    - Bir öğe ya da yükünün elektron alarak daha düşük değerliğe inmesi.

    - 1. (discounting) Gelecekteki bir nakit akımını belli bir oran üzerinden bugünkü değere dönüştürme işlemi. 2. (deflate) Nominal (cari fiyatlarla ifade edilen) iktisadi büyüklükleri temel bir yılı dikkate alarak gerçek (reel, yani sabit fiyatlarla ifade edilen) büyüklüklere çevirme.

    - Geri götürme. 1. (Mantıkta) İkinci, üçüncü ya da dördüncü tasım figürlerinden birinin (Baroco ye Bocardo) birinci figürün dört kipinden birine (Barbara, Celarent, Darii, Ferio) geri götürülmesi. 2. Görüngübilim yöntemi.

    - Daha kolay ve yalın duruma getirmek.


    YanıtlaSil
  2. Güzel, güzeeelll :)

    Soyutlama nedir, bugün hemen yazıyorum allahın izniyle :)

    YanıtlaSil
  3. Yalnız, ortada ideoloji gibi sıkıntılı bi durum var. İdeoloji kavramını ortaya attığımız zaman pratik bilginin o stabilize olmuş yansısının bozulduğu düşüncesindeyim. Hatta Marx'ın yanlış bilinç teorisinin de sadece şu kadarını söylemekle yetindiğini düşünüyorum: "Evet ideoloji vardır". Bu cümleyi sarf ettimi bilinmez ama bütün bir 20. yüzyıl felsefesnin (pozitivizm hariç) genel olarak ancak farklı biçimlerde üzerinde durduğu konu budur.

    Tamam ideoloji vardır ama Marxism'in bilimsel bilgi ile bi anda hokus pokus yapılıp unutturulabilen bir ideoloji mi yoksa Althusser'in dediği gibi her daim değişmez olarak kalan bir ideoloji tanımına mı gitmeliyiz?

    Bence asıl bilimin zırt dediği noktadayız. (Althusser bile özne bilimi adı altında ideolojiye hokus pokus yapar. Hani o bile.).
    Günümüzün evrimsel psikologlarına yada kognitivistlerine bakmak yeterlidir kanımca. Realiteyi toplumsaldan kök alan ideolojiden soyutlayıp tüm edimleri biyolojik makineye indirmek. Asıl idealizm, Hardware ile software'i birbirine karıştırmak değil midir?

    Neyse ben de bi blog'a başladım. Bununla ilgili biriki yazım olacaktır.

    http://zizekce.blogspot.com.tr/

    YanıtlaSil
  4. "Bilakis, ancak genel'e dayanmak suretiyledir ki, tikel objelerin çeşitliliğini ve tek bir sınıfa giren tekil objeleri ayırmak mümkündür."

    Bu Hegel'ci somut evrensel midir acaba?

    YanıtlaSil
  5. "Bu hegelci somutlama" derken.. Bence önemli bir detayı atlıyorsun sevgili Wallace.

    Bu aslında, ideoloji'nin (gerçi daha sonra ayrıca geleceğim ama, şimdilik şu kadarını söylemekle yetineyim) siyasi, hukuki, bilimsel, dini, etik, estetik ve felsefi görüş ve fikirler sistemi olması ile birlikte; aslında "yargı" ile de özetlenebilecek çok daha genel bir karşılığı olmasıyla da ilgili bir durumdur. Yani evet, ideoloji vardır, hatta hep vardı, (yani yargı) ..Markisit literatür ile ele alındığında, ahlak ve etik kategorileri bile , tam da bu "daha genel" ve yaşam ile ayrılmaz bir bütünlük içerisinde bulunan bu "yargı"dan dolayıdır ki, etik meselesinin salt normatif bir tarzda ele alıp, bu haliyle bir doğrular ve yanlışlar, iyiler ve kötüler skalasına indirgenmesini redderler. Beraberinde ideolojinin (yani yargının) ve bunun tarihselliğinin de ( yani ahlak tarihinin, sosyo-ekonomik formasyonlarla (nam-ı diğer hayatta kalma ile) ayrılmaz birlikteliği de "mutlak biçimde var olmalı" ve "izi sürülmelidir" ki, ruhun, evrensel aklın ya da başka bir zımbırtının saf bir yansıması şeklinde değerlendirmeye müsait olacak ve bu haliyle insan üstü, zaman üstü, tarih üstü sahte bir mahiyet ile mağrur bir "ahlak kanunu" gibi " metafizik soyutlama ve "laf ebeliklerinin " ipi pazara çıkarılabilsin.

    Evet, marsist literatürde ideoloji üst yapının bir ürünüdür ve son tahlilde ekonomik formasyonları ve ilişkileri yansıtır

    Bu noktada, işçi sınıfının hayati menfaatleri ile insanlığın büyük çoğunluğunun barış, özgürlük ve ilerleme çabalarının dile getirileceği söylemi, ya da diğer ilerici ve devrimci katmanların menfaat ve çabaların da , Marksist doktirinin bilimsel bir ideoloji mahiyetinde şekilleneceği gibi başat söylemler genel olarak bilirinir...

    Lakin, aslında bu en genel özetin ötesinde, pek de bilinmeyen (ya da öz'de var olduğu ve açıkça belirtildiği halde) -belki de aktif sınıf /sendika mücadelesi, pratik örgütlenme gibi siyasi faailiyetlerin biraz da gölgesinde kaladığı için- dile getirilmeye pek de yansımayan bazı "şerhler" vardır ki, bu da yine markiszmin o her zaman belirttiğim inceliği ve göreliliği ile ayrıca hatırlanmaya değerdir.

    YanıtlaSil

  6. Nedir bu incelikler dersen, şöyle özetleyebilirim;

    Her n kadar , ideolojiyi (yargıyı) en temelde belirleyen unsur ekonomik ilişkiler ve sosyo-ekonomik formasyonlar olsa da, aynı zamanda ideolojinin nıspi bir bağımsızlığının oluşudur. ( Aslında bu noktada konu, sosyal varlık ve sosyal bilinç ilişkisinden farklı değildir, o tartışmayı hatırladığını düşünüyorum)

    İşte bu bağımsızlıktır ki, ideolojinin muhtevasının doğrudan doğruya ve tek başına -sanki her kilidi açan bir anahtar gibi- ekonomi il açıklanmasının imkansızlığında kendini gösterir.

    Yine aynı bağımsızlıktır ki, ideolojinin yine doğrudan doğruya ekonomiye indirgenemeyen bazı iç kanunlara göre gelişmesinde , ve bunun en somut yansımalarından biri olarak; örneğin ekonomik temele çok uzak düşen bazı ideolojik alanların varlığında görülür.

    Bu nedenle, pek de dile getirilmeyen ( ki ben aslında, markist ideolojinin temel kategorilerine ait böylesi incelikli ve göreli yönlerinin ülkemiz aydınlarınca bilindiğinden bile emin olamıyorum bazen) daha detaylı bir özet olarak şunu söyleyebilirim ki;

    İdeoloji de -tıpkı felsefenin temel probleminde, yani madde -bilinç ilişkisinde olduğu gibi), nihayi aşamada ekonomi ve sosyo-ekonomik formasyonları yansıtmakla birlikte, nıspi bağımsız mahiyeti ile birlikte ayrılmaz bir bütün teşkil eder.

    Ve bunların hepsini biraraya getirdiğimizde, ideoloji; ekonomi + ideolojik evrimin ekonomi-dışı faktörlerinin varlığıyla + ideolojik gelişimim kendi iç ve nispi bağımsız sürekliliğiyle + birey olarak ideoloğun ideolojide oynadığı bireysel rol ile + bunca çeşitlilik içinde çeşitli ideolojik formaların kendi aralarındaki karşılıklı etkileşim ile özetlenebilecek, oldukça göreli ve esnek bir bütün teşkil eder.

    İşte tüm bu asli ve tali faktörleri mutlak bir biçimde karşı karşıya getirmek, benim sürekli tekrarladığım gibi, ancak felsefenin temel problemi etrafında verilecek genel cevap için bir anlam ifade eder. Bu noktada iş hardware ile software birbirine karıştırmaya indirgenemez. Çünkü köken sorunsalı ile ilgilidir. Ama bunun ötesinde, yukarda detaylı bir şekilde açıklamaya çalıştığım haliyle , değişmez, mutlak bir ideolojinin olamayacağı gerçeği kadar, hardware software usulü idealist esintiler de başak iklimin esintileri olacak kalacaktır. Lenin'in diyarının değil :)

    YanıtlaSil
  7. Gelelim Hegel'e :)

    Alıntıladığın not, Hegel'ci değildir.. Daha doğrusu eksik bir analizi ifade eder.

    Çünkü tekil, tümel ve tikel kategorilerinin Hegel'ci yorumu ile Marksist yorumu arasında çok ince bir nüans vardır ve bu nüans her nedense, heyecanlı bir romanın sonuna gelip , belki de roman bitti artık rehaveti eşliğinde son sayfada ifşa edilen bir sürpriz detayın farkedilmemesi ile ilgili olabilir.

    Hatta bu durum, az biraz katıldığım sohbetlerde (ve hatta sanırım wikideki ilgili başlıkta bile) yorumcular arasında hadi canım bunu da nerden uyduruyorsunuz, bu kategori içinde yok aslında böyle bir alt- ayrım, ya da asıl sen sus, bal gibi var vs gibi enteresan tartışmalara bile yol açabilir.

    O da şudur, bir yanda Locke'un tümel'e ( yani fenomenlerin benzerliğinin genellenmesine) atfettiği , efenim bu sadece lafz-i ve soyut bir ifadedir, bu bakıman realite ile herhangi bir ilintisi yoktur "reddiyesi" vardı..Aslında bu, o çağın bilimine ve fenomenlerin ele alınış ve sınıflama yöntemine uygun düşüyordu.. Lakin takip eden dönemlerde evrenin bilimsel incelenmesi ve bu incelemenin (yani bilimin) sonucunda pek az tartışmaya mahal bırakacak şekilde ürettiği kavramlar nedeniyle, Locke'un bu tezi değerini büyük ölçüde kaybetmişti... Hatta Kant ve Hegel bile, bu "bilimsel" alarm karşısında, kendi literatürlerindeki tümel'i bir dizi analize tabi tutmak ve soyut tümel ve somut tümel şeklinde ayrıştırmak gereğini duymuşlardır.

    1) soyut tümel (yani Locke'a yakın bir biçimde, fenomenlerin benzerliğinin sadece lafz-i bir ifadesi olarak)

    2) somut tümel ( yani derin öz, varolma kanunu ve değişme olark)

    Buyrun bilimin gücü :)

    Ne var ki, Hegel'e göre, yalnızca sprituel ( yani ide) gerçek tümeldi.

    Marksist tekil tümel anlayışı ise, tümel fikrinin dünyadaki fenomenlerin objektif birliğinin bir yansıması olarak kabulüne dayanır. Yani obje ve fenomenlerin asli benzerlikleri, bu derin obejktif ve karşılıklı bağlılığın ifadesidir.

    Ki Engels bunu , Tabiatın diyalektiğinde şöyle özetlemiştir; " Tbiatta tümellik'in formu "kanun"dur. Dolayısıyla bu form, aynı zamanda kendinden-tamamlılık'ın, yani sonsuzluğun bir formudur ve sonsuz daki birçok sonlunun kavranamasıdır"

    Sanırım, bu detay, yukardaki ( makalemdeki" alıntıladığın bölümü daha farklı bir gözle değerlendirmene vesile olabilir diye düşünüyorum :)

    Yanisi, Tümel, tikel'in ve Tekil'in bütün zenginliklerinin bir temsilidir. ( Ve bu temsil, sisli bir düşün ürünü değil, somutun temaşası ile başlayan ve akabinde soyuta yönelen bir genellemeler zincirini takiben sunduğu, realitenin belli ölçülerde
    ama belki de en sadık ifadesidir)

    Bu bakımdan, tümel, tikel ve tekil arasındaki bu objektif ilişki ve bağlılık, bir konuyu ele alma, inceleme ve bilme aracı olarak "dilde" yansır.Yani bu kategoriler, aslında objektif dünyayı yansıtırlar ve objektif dünyayı bilme sürecini karakterize ederler.

    Ama hadi felsefi konsantre bir özet yap dersen, burdaki püf noktası ;Tümel (kanun) var olmadan tekilin varolamayacağı ile birlikte, Tekil'in belirli şartlar altında hem tikel hem de tümel olabileceğinin birlikteliğinde yatar.

    İşte tüm bu sürecin diyalektik sonucudur ki, "tekil" objelerde konsantre olan pratik faaliyet, tümel'in bilgisiyle birlikte, ve bu objelerde tekerrür eden ve onların "tikel"lerinin dikkate alınmasıyla somutlaştırılan kanunlarla aydınlanır.

    Bir de bu gözle oku derim, Sevgilerimle :)

    YanıtlaSil
  8. Merhaba gamaro,
    uzun zaman oldu, felsefe tartışmayı özlediğimi yazını okuyunca tekrar anladım.

    Hegel ile ilgili durum aslında biraz da meraktan sorulmuş basit bi soruydu. Yani Hegel'i oturup okumayıp başka filozoflardan dinlemek yetersiz geliyor. Biraz da merakımı gidermek için sorduydum.

    Konuya dönersek, aslında önceden anlatmaya çalıştığım sıkıntıya verdiğin cevap sıkıntımı biraz azaltsa da, hala kıpraşan bir şey ver.
    O da şu. Hegel ve hatta günümüzün psikanalitik okumalarında (Zizek'i okumadıysan öneririm), bahsettiğin ince çizgi daha da inceliyor gibi geliyor bana. Yani seninle hep dem vurduğumuz Marx'ın topluma dair ince görüşü bence temelde ÇELİŞKİYE dayanır değil mi? Senin bahsettiğin iyi-kötü değil de hani şu kendinde çelişki. Ancak, klasik (Engels'in de etkisiyle) gösterilmeye çalışılan çelişkide objektifliğe ısrarlı bir vurgu var.
    Ya da şöyle ifade edeyim, objektif bilginin kendisinin anlam ufkunu oluşturması beni biraz rahatsız ediyor.

    Pratik bilgiye ulaşıma dair güvenin "kavram"a dair yazında da görüyorum. "Realitenin göreli ve sadık yansısı". Burada benim eklemek istediğim nokta şudur sevgili Gamaro:

    Pratik faaliyetlerden doğan bütün bir bilme süreci, gerisin geriye pratik faaliyetlere (yada salt objektif) gönderme yapmaz. Nesnel faaliyetin kendisi kaybolur.

    Hah işte burada senle benim , ve iki Marksist görüş arasında indirgenemez bir ayrım çıkar. Marx'ın klasik yanlış bilinç metoforu objektif realiteyi daha kapsamlı bilebileceğimiz bir ufuk sunarken(her ne kadar soyutlama ve spekülasyona dayansa da), psikanalist- Marxist görüşte bilinç BÖLÜNMÜŞTÜR.

    Yani, Yanlış bilinç yoktur, insanlar bilmelerine rağmen (toplumun eşitsiz olduğunu, herşeyin kötü gittiğini vs bilirler) aynı şeyi yapmaya devam ederler. Bir suyutlamanın ya da görüşün referans noktası maddi gerçeklik değildir. Referans ötekidir. ÖTekinin argümanları, soyutlamaları, gerçekliğe yaptığı vurgular ilkinin biçimini belirler.

    İşte Marksizmin ince ipinin, ipliğe dönüştüğü yer burasıdır. Marx'ın da bilim adamı değil, sosyolog değil aslında çelişkilere vurgu yapan bir filozof olarak okunması gereken yer de burasıdır.

    Ben en basitinden Madde'nin mana ile bölünmesinde (mana madde tarafından oluşturulduğu konusunda hemfikirim) maddeye gerisin geri yapılacak her vurgu yine sübjektif (herzaman aşırı) bi pozisyonu da varsayar. Althusser'in Bilimadamlarının kendiliğinden felsefesi adlı kitabında örneğin, bu sübjektif pozisyon kesinlikle bilimadamlarının nesnel anlatımlardan ayrılamaz.



    Bu senin bahsettiğin idealist çılgınlık gibi değil. Ben her tümel söylemin (realitenin kendisine vurdu yapan) idealist bir bokla kirlendiğini söylüyorum.

    Kendi bloğumda da yazdım. Psikanalatik (kısmen postmodern) filozofların ekonomi görüşleri de aslında salt pratik olarak ekonomidir. Yani senin konumunu senden habersiz değiştiren düşündüğün zaman yakalamakta zorlandığın ama varlığını üst yapıda artan çelişkilerle hissettiğin bir sistem. Bu çelişki üzerinden (üst yapısal çelişki), IMF'ye karşı çıkmayı akıl edebilir insan, ya da Wall Street'in işgalini. Ama herhangi bilimsel bir formülizasyon ki buna tarihi de katıyorum, durumu çözemez.

    Her neyse. Pozisyonumu açık ettiğime inanıyorum. Eleştirilecek veya düzeltilmeye ihtiyaç duyulacak öğelerim olsa da, yine de indirgenemez bi farka dikkat çektim dikkat edersen. Hani bu farkı kapatmanın yegane yolu, ya senin ya benim sübjektif pozisyonumuzu değiştirmekten geçer. Gerçeklik maddi değildir. Maddeden doğmuş olsa bile, bir sübjektif pozisyona ihtiyacı vardır.

    Bilmem ilgilenirmisin ama yukarıda bloğumun linkini attım.

    Biraz psikanaliz iyidir dostum. Bilinci bölmek dileğiyle ...

    YanıtlaSil
  9. "Ne var ki, Hegel'e göre, yalnızca sprituel ( yani ide) gerçek tümeldi."

    Yukarıdaki cümlen dikkat çekti. Ben ide'ye mutlak demek istiyorum, kulağa daha hoş geliyor.

    Hemen 1700'lu ve 1800'lü yıllara kısaca bakalım. Romantizm, Alman idealizmi vs. Hepsinin derdinin ortak noktası şu: Din elden gidiyor. Ya şimdi ? Yeni bi mutlak, kültürde, sanatta, hatta felsefede. Dikkat ! Yeni bir din değil.

    Gerçekliğin kurucu ufku olarak mutlak. Özneye inanacak bir referans noktası olarak mutlak. Ortaçağın sapkınca kabul edilen dini değil de, biraz mesafeli biraz utangaç. Kimisi devlette cisimleşir, kimisi kültürde.

    Hani subject demiştik ya. Bilir, bildiğini unutur. Ya da bilir, bildiğini bilmez inadına inadına. İşte o bildiğini bilmeden kendini bilen, bilimin alelacele reddettiği evrensel ruh'un öznesidir.

    Var mı? Pozitif olarak yok. Zaten sıkıntı burada. Plato'nun sahte gölgelerinin gerçek olduğu yer tam da YOK olan ama VAR olarak hesaba katılması gereken bu yer. Özneyi özne yapan mutlağın dibi. Elde edemediğin sürece seni sen yapan mutlak. İnce görüş dedik gamaro. Bak burası bence çok ince.



    YanıtlaSil
  10. "Bu bakımdan, tümel, tikel ve tekil arasındaki bu objektif ilişki ve bağlılık, bir konuyu ele alma, inceleme ve bilme aracı olarak "dilde" yansır.Yani bu kategoriler, aslında objektif dünyayı yansıtırlar ve objektif dünyayı bilme sürecini karakterize ederler."

    Şuradada aklıma birşeyler takıldı. Yanlış anlama kes yapıştır yapıp biriki cümlene konsantre olmak istemiyorum. Genel itirazlarımı biraz önce dile getirdirdim.

    Bence bu yansımalı dünyada tasarımındaki yanlışımız, bu dünyanın nötr olarak karakterize ediliyor oluşudur. Şöyle söyliyim, sözce ve sözceleme farklıdır. Sözce nötr bir sistem olarak hali hazırda gösteren ve gösterilenin basit gösterge mantığına tekabül eder. En basitinden DİL'dir değil mi?

    Sözceleme işin içine girdiğinde durum değişir. Nasıl mı? Şöyle. Sözceleme anlamı yaratır. Bir yönelimdir. Nötr sözce'den (yansımalı bir sürecin saf göstergelerinden) sözcelemenin taraflı ve aşırı yapısına geçişr de işte bu yönelimin spekülatif varlığına tabiidir. Tabiki ufukta bir mutlak ile.

    Bilme sürecini ikiye bölelim. Nötr'den başlayıp haddini aşan, ne bildiğini unutup tepkiselleşen. Mutlak dedik, öteki dedik. Aslında mutlak ötekidir desek daha iyi olur. Bizi, iten de çeken de komşumuzdur aslında. Sistem nötr olmayınca, realite denilen şey de, nesneye uygunluk, geçerlilik veya yansıma ile değil de komşular arası kavga ile ölçülür. Sınıf çatışması bence nesnel faaliyetlerin gerçekliğinden daha gerçektir belki de dostum.

    YanıtlaSil
  11. Zamanında demiştim ki;

    İnsanlar realitenin anlamını kavramaya çalışırken, bilinçli(*) bir tarzda davranırlar.

    Fakat bu bilinçlilik, insanların kesin ve belirli bir teoriye göre hareket ettikleri anlamına değil, bilgi'nin belirli bir toplamına göre faaliyet gösterdikleri anlamına gelir..

    Vakit bulunca devam etmeye çalışacağım :)

    Acele dip not: Dil için "basic" fonksiyon tanımı : düşüncenin bir varolma formu ve düşünceyi ifade edişin bir formu olarak, realitenin/ dünyanın/ evrenin "yansıltılmasının" bir aracı olmasıdır. ( yaratımının değil)

    Benim elimdeki bütün felesefi, bilimsel birikim ( karınca kararınca) dil için kullanılabilecek en nötr ifade biçiminin bu olduğunu söylüyor... Tıpkı, örn. mekanik hareket için; zaman ve mekanda kesiklilik halleriyle kesiksizlik hallerinin birliğidir... denilmesi gibi.

    Valla ne diyeyim... Ben ömrü hayatımda bundan daha nötr, daha sade, ve maddeye bakıp maddeyi formulize ederken ,aslına daha sadık ve aynı zamanda daha "mesafeli" ve "ince" bir ifade için ikna edemedim kendimi.

    Öte yandan, -yeniden dile dönecek olursak- elbette ki, dil düşüncenin bir varolma ve düşünceyi ifade edişin bir formu olmakla birlikte, düşünce ile dil arasında bir özdeşlik yoktur. Dil bir kere ortya çıktı mı, düşüncenin kanunlarından daha ayrı kanunlara tabi olur ve nısbi bir bağımsızlık kazanır. Ve bu nedenle de, örn. kavram ile kelime ya da cümle ile hüküm arasında bir özdeşlik yoktur. Çünkü dil öyle bir iç yapıya sahip bir sistemdir ki, bu iç yapı olmadıkça dil işaretlerinin anlamı ya da mahiyeti anlaşılamaz.

    Ama burda da, bu karşıtlığı mubala etmemek gerekir... Felsefe alanına giren meseleleri, mantıksal bir dil analizine indirgemeye çalışmak gibi mesela :)

    YanıtlaSil

  12. Haklısın çünkü somuttan soyuta bir geçiş vardır. Anlatmaya çalıştığım, bu geçişin kendisi objektiviteyi yansıtan bi durumdan çok, taraf yaratan, objektivitenin görüntüsünü bozan, ideoloji denilen fenomeni oluşturan bi durumdur.

    Bilimsel veya değil, herhangi bir açıklama o yüzden, bir geçiştir demek istiyorum. Sözce-sözceleme derken kastettiğim buydu. Sözce en basitinden yasal, söylenmiş olarak havada asılı duran bi hareketsizlikken, ona hareket katan sözcelemenin kendisidir. Görünmeyen bir amaçsallığın hükmü altında öznel bir pozisyon, her sözcelemede oradadır. Sözceleme; sadece pratikten yansıyan bi kavram kullanımı değil, bilginin toplanış-birikmişliği değil, salt kendi içinde incelenmesi gereken anlam ilişkileri de değil. Bunların ötesinde sözceleme öz-düşünümseldir. Pozisyon yaratır. Kurucu unsuru ötekidir. Başka herhangi bir şey değil. Bu pratik faaliyetler olmadığı, bu süreci nesnel duruma indirgememiz gerektiği anlamına gelmiyor. Subjektif pozisyon nesnenin kendisine içkindir. Karşıtlık sadece düşünceyle madde arasında değil, aynı zamanda bu farkı tekrar düşünen özne ile nesne arasındadır. O yüzden Hegel bir unsuru kavrarken sadece töz değil özne olarak da düşünmek zorundayız der.

    Hegel'i benden daha iyi bilen biri olarak şu dikkatini hiç çekti mi? Hegel Mutlak tini savunan ve buna göre öğretisel bi anlatı sunan (Nietzsche örneğin çok öğretiseldir) bi filozof değildir. Din'e dair okuması da Hıristiyanlığın belirli kategoriler altında aklanmasını içermez. Aşkın bi tanrı anlayışı da yoktur. Spinoza gibi tözsel bi fail de girmez araya (ki onda bile bi bilinçdışı unsur buşunur). Belki Hegel tin'i, devlette cisimleştirerek idealist davranır. Ama Hegel'in mantığının kendisi idealizm üzerine düşünmemize olanak verir.

    O yüzden ideal, sistemin kendisine içkindir. Maddeyi bulamamızın, saf bir mana ile de yetinememizin, görgül verilere de tam anlamıyla dayanamayacağımızın nedeni de kendinde farkın (eksikliğin, uyuşmadaki imkansızlığın) ve bununla birlikte bu eksikliği kapatmak için geri dönüp duran bir ufuk olarak metafizik diye çöpe atılmış saltık düşüncenin spekülatif varlığı değil midir?

    Örneğin, evrim teorisi. Evet vardır ama bizim için bir evrim teorisi vardır. Kesin bir biçimde günümüzün dinine karşı bir öznel pozisyon olarak cisimleşmiş bir evrim teorisi vardır. O yüzden düşünce senin dediğin gibi bilinçlidir. Ama pratik faaliyetlerin bir toplamı olarak değil, bilinçdışı bir öteki üzerinden kurulan (ki bu pozisyonun nesnesi evrim teorisi de olabilir) bir pozisyon olarak bilinçlidir. Bölünmüş bilinçten kastım buydu. Yansıyan bi sürecin öz düşünümsel yordamı. İşte bu gerçektir.

    Hayatımıza nüfus edip, realiteyle irtibatımızın kurulmasına ön ayak olan nesnel bir şey değil (hayvanların kendi evrimleşmesi), nesnelden yansıyan bir şey değil (bilimsel olarak açıklanmış evrim teorisi ve bunun bilgi ufku) ama evrim teorisiyle özdeşleşmeye çalışan bir tarafın ötekine karşı savaşı.




    YanıtlaSil