25 Nisan 2013 Perşembe

Madde /İde /Felsefe


Aristotales ve Platon..

Eski yunan'ın bu iki "demirbaşını" her zaman, her daim ve hemen herkesin övgü ve/veya ilgisine mazhar kılan şey ne olmuştur derseniz eğer, o tek bir yazının konusu olamayacak (veya sığamayacak) kadar "geniş" kaçabilir şüphesiz.

Lakin gerçek biraz da böyledir.

Örneğin kilisenin vazgeçilmezleri arasında bulunan Aristotales için, Lenin  de "materyalizmin kıyısına kadar gelmiştir" der. Ve Platon için bu kadar cömert olmasa bile, bütün felsefe tarihinin O'nun yazdıkları üzerine tutulmuş notlardan ibaret olduğu benzeri bir komplimana yine de karşı çıkmazdı sanırım.

Aslında eski Yunan'ı anlamak, bir tarafıyla kolayken diğer tarafıyla zordur.. Çünkü birbiri ardına gelip geçmiş pek çok düşünür ve dahi, muhtemelen pek azımızın dikkatini çekmiş bulunan ve ilk bakışta çok da kolay farkedilemeyen bir bahçe içinde dolanırlar. Kısaca özetlemek gerekirse; Tanrıların kabul edilip dinin reddedildiği bir bahçe diyelim..

Örneğin belki ilginç gelebilir ama, Hitler'in III. Reich'ı için düşlediği de -bir anlamda- buna benzer birşeydi aslında. Sadık SS'lerini mitolojik bazı kahramanlar eşliğinde resmettirdiği pek çok sanat eserinden tutun da, pagan görselliği ve bu görselliğin kendine özgü meydan okuyuşu ve estetiği içinde  şekillendirilmiş sayısız sivil/ askeri tören ve şenlik, ve daha çok üst düzey nazilere ait farklı ve yine kendine özgü ilave ritüelleriyle faaliyet gösterecek olan özel kiliselere kadar daha pek çok şey.. (Himmler'in SS'leri için tasarladığı mabetimsi yapılar vs)

Ama biz yine Aristotales ve Platon'a dönecek olursak; Bu iki dehanın tarih boyunca ve nerdeyse kesintisiz bir biçimde devam eden yolculuklarını izlemek her daim mümkün.. Örneğin İsa'nın ardından gelişip yayılmaya başlayan hristiyanlık, takip eden bir kaç yüzyıl içinde hem Aristotales'i hem de Platon'u çoktan hristiyanlaştırmıştı bile.. Ve Augustinus ile olgunlaşmaya başlayıp Aquina'nalı Thomas'a kadar uzanan bu dönem öyle bir noktaya erişmişti ki; örneğin kilise deyimiyle (veya dönemin akademik diliyle de denebilir) bir konu hakkında derin bir araştırma yapmak demek "Aristotales ve Platon o konuda ne demiş, ne yazmış, ona bakmak" demekti.

Daha derin bir araştırma ise,  bu ikisi hakkında yazılmış bir kitabı okumak (örn.Augustinus ve Aq.Thomas) olabilirdi ancak.. Bu iki filozofun etkisi o denli büyüktü ki, nerdeyse bin yıldan fazla bir süre boyunca yerler ve gökler bile onların anlatılarıyla bilindi ve hiç şüphe edilmedi. Dahası, tüm bu anlatılar kutsal kitap tasvirleriyle özdeşleştirildi..


Yani deyim yerindeyse; hazırı vardı herşeyin. Astronomi mi mesela, kusursuz küreleri ve o son kürenin üzerinde asılı duran yıldızlar yeterliydi.. Zaten daha ötesi yoktu ve orası evrenin son noktasıydı. Ya da botanik mi.. 14. ve 15. yüzyıllara gelindiğinde bile, Antik yunan konteksinde yer almamış bir çiçek'in -ilk defa örneklenmiş bile olsa- hiçbir önemi yoktu, değersizdi ve ihmal! edilebilirdi. Fizik derseniz, yine Aristotales'in söylemiyle yer cisimleri ölümlü ve kusurlu, gök cisimleri ise ölümsüz ve kusursuzdu. Keza mantık.. ki çok uzunca bir dönem boyunca tanrının akıl yoluyla kavranabileceği ve inancın da akıl yardımıyla ispatlanabileceği savunuldu ve bunun matematik/mantık yolları zorlandı.



Öte yandan, müslümanlar için de durum pek farklı değildi. Onlar da bu iki filozofla yakından ilgilendiler ve hatta hristiyanlara göre çok daha derinlemesine irdelediler. Örneğin Arsitotales'in sadece mantığı ile yetinmediler. Lakin okuduklarını da bir çırpıda ve nerdeyse bin yıllık bir suskunlukla unuttular. Bugün yeni yetme bazı islam düşünürlerinin vahy ile aklı uzlaştırma ve inancı akıl yoluyla ispatlama çabaları ise, tarih boyu hem matematik hem de mantık şablonları eşliğinde ve bütün ihtiyat birlikleri sevkedilerek verilmiş, ancak yine de kaybedilmiş bir büyük taktik/felsefi savaşın varlığından habersizce devam ediyor oluşu bakımından tuhaf ve trajikomik bir olgudur aslında.

Yani işi felsefeye vurursak, cami kilisenin gerisindedir hala.

Ve bugün gelinen noktada; Aristo da Plato da yaşıyor.. Kaderleri derseniz eğer, Aristotales'inki biraz da Kant'ınkine benzer. Çünkü bünyesinde hem materyalist hem idealist ögeler barındırır, hatta biraz da karasızdır. Ve onun için; hani deyim yerindeyse isteyen istediğini seçip alır. Zaten sahip olduğu bu dualist ve kararsız yapıdır ki, hem kilise tarafından hristiyanlaştırılmasına hem de Lenin'in iltifatıyla tanışmasına yol açmıştır.

Buna karşın Platon idealist felsefnin özünü teşkil etmesi bakımından hala saftır. Onun varlığı açıklamak için kullandığı kavram "ide" dir ve bu ideler bildiğimiz nesnelerin maddi ve izafi olmayan asıl formları olarak, ebedi, göksel, ötesiz, doğumsuz, ölümsüz, zaman ve kayıt dışıdırlar. Zaten sahip olduğu teorinin asıl adı da; "nesnelerin maddi olmayan formlarının varlığı" teorisidir. Asıl ve mutlak varlığı bu şekilde "ide"leştiren Platon, ide'nin karşısına da "varlık olmayan'ı" koyar ki, bu da -bildiğimiz- madde ve mekandır. Hissedilebilir dünyayı ide ile maddenin bir ara durumu olarak tanımlar. Ve idelerin aksine, dünya objeleri sınırlı, izafi, zamana ve mekana bağımlıdır. Bilgi teorisi de buna uyum gösterir, örneğin Platon'a göre öğrenilen herşey aslında bir anımsayıştır. Ve böylece özünü idea'da, güvencesini is sonsuzlukta bulur.

Sonraki dönemlerde teoloji ile özleşmesinde (daha doğrusu kusursuz bir harç malzemesi olabilmesindeki) espri* de de budur:)

Vakit buldukça detaylarını yazacağım.
Lakin şimdilik kısa bir not düşmem gerekirse;
Bütün bir insanlığa ait felsefe tarihi, aslında tek bir insanın kendi yaşam sürecinde geçirdiği evreleri andırıyor biraz da..
Çocuktan yetişkinliğe..
Platon'la ilk soyutlama* yeteneği başlarken, Aristotales'le ilk sorular geliyor usulden.
Baba bu ne, kremit neden kırmızı, demir ağacı olsa demirden tahta olur mu vesaire..
:)
Sonra büyüyor tabi, aşkı tanıyınca bir başka: Spinoza.
Parasız aşk karın doyurmayınca Marks..
Eee, bi de James William var tabi.
Her an her yerden çıkabilir ve zart diye dalabilir kavşağa:)

4 yorum:

  1. bir diğer yandan; ben de Platon'un ilk mesih olduğunu düşünürüm. Sonrası şairane bir çarpışmadır yetenekler ve zeka doğrultusunda.

    YanıtlaSil
  2. İlk mesih..

    Çok "yerinde" ve zamanlaması tarihle ispatlanmış bile kabul edilebilecek bir düşünüş:)

    YanıtlaSil
  3. Eski yunan'ın bugüne katkısının analizinde, gözüme çarpan (Hitler örneği tam da denk gelmiş) iki zıt yön var:

    Hristiyan dünya, yunan felsefesini kabul edip sindirirken, simgelere olan ihtiyacını da gene yunan sanatından alarak toplumuna sunmuş. İslam dünyası ise, uhrevi dünya yaratımındaki eksiklerini yunan etik ve ahlak sosyolojisiyle(Yaptıkları şeye felsefe demek istemiyorum) gidermeye çalışırken onların sanatını hiçlemiş. Sanat alanındaki boşlukları da HAREMLERLE kapamaya çalışmış. Eee tabi olmamış...

    Hala da olmuyor:)

    YanıtlaSil
  4. Şu halde;

    Yine geldik "tarih"e.

    :)

    E işte.. Hani kendinden öncekine "cahiliye" filan demezsen naçizane, tarih cömerttir ve binlerce yılın somut/ estetik her türlü kazanımını senin kılar/kılabilir.

    Yeter ki nankörlük etme.

    Bi de başkalarına reddiyeci filan demez mi bunlar..

    Tam komedi:)

    Oysa iseviler, 2. ve 3. yüzyıldan itibaren yeni ahiti (söz'ün yeni olması yetmez) teolojik "genellemeler" sistemi içinde yeniden inşa etmeye çalışırken, eskiyi o kadar "kendilerinden" adlediyorlardı ki.. Zaman zaman değinmiştim, pagan Roma Janus'un diğer yüzü gibi hep heybesinde kaldı zaten kilisenin.

    İşte yukarda değindiğin bu farklılığın, ya da kimin neyi neye inat (veya ne uğruna) hiçlendiğinin islam dünyası ile hristiyan dünya arasındaki mukayeseli durumu.. Aslında o müthiş kayıp'ın göstergesidir müslümanlar adına.

    Neyi mi kaybettiler tam olarak?

    Tabiat kuvvetlerini muhayyileyle bertaraf ederek doğayla birlikte toplumun da yeniden yaratımının ARTİSTİK mirasını.

    Az buz şey değil.

    Ve şu son cümleyi, ayrı ve minik bir yazıyla tekrar ifade etmeye çalışacağım

    YanıtlaSil