29 Eylül 2014 Pazartesi

küre


Yağmurun altında,

Kristal kürede çocuk.

Kapalı ve uyduruk.

Bütün gerçekliğiyle zanneder ki oysa;

Düşen her damla, saydam bir sınırda uzamakta..

Sırf kendi yörüngesinde

kalabilmek için mesela.

.

Korusun bizi

öhm:)

böylesinden misafirin.

mesih.

10 Nisan 2014 Perşembe

Sayıklamalar (1:) 09.10.2012

Bi de ben bi analiz yapayım bari;

Adem hazır bir dille ve yeryüzü bilgisiyle (çevre, mühendislik,yapı vs.) dünyaya gelmişti. [kaynak belirtilmeli].

Habil ile Kabil, aynı şekilde tarım ve hayvancılık bilgisine sahipti. [kaynak belirtilmeli].

Biri tarım devrimini, diğeri evcil hayvan ve davar sahipliğini başlattı. [kaynak belirtilmeli].

Peki ama Habille Kabil iyi geçinirkene, kurtlar kuzulara dadandığında yapay seçilimi aklederek çoban köpekleri üretme fikrine ilk hankisi ulaştı? [kaynak belirtilmeli].

Avcı toplayıcı döneme nooldu? [kaynak belirtilmeli].

Hegel der ki, feodalizmden burjuva ahlakina sıçrımak maksadıyla bile olsa, meşru gösterilemez hiçbir cinayet.. [kaynak belirtilmeli].

Kyrene okulu hedonizm ile feodalizm arasındaki farkları olması gereken insanın önüne koyar.

Haz abaküsu bunu ispatlar. (grafik tasarım)

Frankfurt okulu buna karşı çıkar, kitle kültürü ile popüler kültür arasındaki ilişkiyi "sartori paradoksu" ile reddeder, kaç kişiyle kitle olunduğu belli değil, demek ki bu da belli belirsiz bi kültür der.

(Şu sonuncusu için bir muhahahaha patlatalım:)

Husserl, ayet bir fenomendir tezinde ısrar eder (fenomenoloji)

Heiddegger ahlakı buldum diye sevinirken, gece sokağa çıkmak suretiyle kötü yola düşer. (heil hitler)

Wittgenstein bunların hepsine güler, ömrünün sonunda depresyona girer. (olamadan yiten insan)

Dijital devrim haber verilmiştir önceden. (Jules Verne)

Slikon vadisi önemli bi duraktır. (Habille Kabil sonrası döneme tekabul eder)

Silikon ahlakını ayrıca incelemek lazım.

Kapı pervaz yalıtımında kullanımı iyidir  ama..

Memede?!

... ıı-ıgh.

:)

3 Nisan 2014 Perşembe

Matrix/ TRT/ Sansür

Matrix..

Hani şu son 13-14 yıldır pıtırak gibi çoğalan çakma bilgelerin, felsefe tarihinde binlerce kez sorulup cevaplanmış sorulara sanki ilk defa sorulmuş zannıyla el atıp halvet olma telaşıyla.. sanki  içten yanmalı motor, ve  kendi kendine tutuştururcasına..  "aman aman gerçek ne ki, yoksa beyinde şaapan elektriki bir impuls mu sadece?!"  kreasyonuyla... felsefe cahili kitleleri azdıran .. şu meşhur film var ya?

Alın işte onu..

Koyun yanına TRT'yi..

Ve düşünün sonra, len ben bu filmin neresine nası bi makas atabilirim acaba?!

Allah aşkına:)

Düşünün.

Tesadüfen denk geldi geçen gün..

Oturdum, seyrediyorum..

Hani nasıl desem.. bakıyorum lakin, hep bi kopukluk var nedense.

Bazen bi cümle, bazen küçük bi enstantane, bazen bi ses, bazen bilmem ne..

Meğer ne cevherler varmış da, biz farkedememişiz filmde.

Morphes'un gemisinde mesela, pirinç lapası yedikleri sahne !

Kırmızılı kadın proğramını yazdığını söyleyen o velet var ya hani.. konuşuyordu.. ben yazdım  diyordu vesaire.. Sonra uyarıyordu bir başkası: Siber- pezevenk işbaşında mı ne.. ona benzer bişey işte.. Gülüşüyorlardı ardından... E işte bu kadar..!

Sen misin ama siber-godoş diyen, buyur makas!

Replik gitmiş yauu!!!

Yok.

O denli yani:)

Sonraaaa....

Fransız ve soft-ware pastasına geldi sıra.

Hani kadına ikram ediyor..

Kadın tadına bakınca,  yazılım kana karışıp  infilak ediyor vesaire..

Runik alfabeyle Sanskritçe'nin karışımını andıran simgeler eşliğinde  grafik görselliğe uzanan o sahne..

O da yok!

Bak şu allahın işine:)

Ardından Persefone..

Fransızın karısı.

Aşk'ı, bir kaç saniyeliğine de olsa geri dönüşüm kutusundan çağırıp yeniden masa üstüne almak isteyen, mutsuz Monica Belluci.


Peki ya Neo ile öpüştükleri sahne??!

Orası da atlayıveriyor birdenbire:)

Yaaaa...

Daha da vardı da...

Ben sıkıldım yazmaktan.

Matrix gibi bir filmde bile bu kadar "malzeme" kırpabilen bi zihin!

Abide-i ahlaktır kesin!

Yine de..

Kendisi olsa lakin, Neo'dan daha iyi öperdi şüphesiz.

Vah vah:)







28 Mart 2014 Cuma

Vezir Yallah Fettah Durumları- 2

Eh işte..

Marksist klasiklerin, (yenileri nasıldır bilmem, ama özellikle Marks ve Engels'in 1980 ve öncesi dönem) çevirilerinde sıkça başvurulan ve ilk gençlik yıllarımda yaptığım okumalarda beni hayli gülümseten "dumura uğramak/ uğratmak, iğdiş etmek/ edilmek, mündemiç olmak vs" gibi kelimelerin benzeri bir durum...

Dumur..

İğdiş..

Kim çevirdiyse, eski gülümseyişlerim adına bir teşekkürü borç bilirim öncelikle.

Lakin söz konusu kelime ve fiillerin öznesi olmak; başka birşeymiş meğer.

Hali hazırdaki durumum, maalesef bu.

Ses- Kayıt 1-2-3..

Ses -Kayıt..1-2..

Se-!

Se-h!

Öhm..

Sehsss..sehss..seh..se-h..

Montaj, Dublaj, Kolaj, İmaj, Lavaj, serklaj..

Bilimum kafiyeli kelime.

.

Yallah Fettah'a gelince;

Sayelerinde, yeni yetme günlükleri gibiyim sanki.

Kötü bir rüya olmalı..

Ama yine de konulu ha!

Abisi bakire olsun istiyor illa...

E bi de iyi olsun ama yatakta..

Yani aynı zamanda.

Sonra?

-Ohh, ooaauuhmmmm...

-Hmmşşhhh..

-Adnaaaan?

-Ney-hş vaaarrrr?

-Bi de şöyle bi denesek mi, hani ben üste geçip sen de yandan şaapsan filan?

Hoppalaaaaa!

Olmadı işte..

Tüh.

Çünkü o zaman, kusmukla gırtlak kesme arasında bir frekansta çıldırır ya, hem bakire hem atraksiyon peşinde koşanlar*;

-Sen nerden biliyon la bunları orrrossspuuu!

İki paralel köyün hikayesinden sonra.. Şimdi de bu.

Çanağına sıçtığımın embesilleri..

Oh be!

Sanki biraz rahatladım.

:)


(*) Suriye ve Süleyman Şah  Bakireliği mesela.






8 Mart 2014 Cumartesi

Wallace

Wallace, nerdesin ey fani?

:)

Senin için eklediğim yoruma bi göz atıver, ha bi de burdaysan ses ver:)

5 Mart 2014 Çarşamba

Eskilerden: 25.08.2012

İnsanlar realitenin anlamını kavramaya çalışırken, bilinçli(*) bir tarzda davranırlar.

Fakat bu bilinçlilik, insanların kesin ve belirli bir teoriye göre hareket ettikleri anlamına değil, bilgi'nin belirli bir toplamına göre faaliyet gösterdikleri anlamına gelir.

İnsanlık tarihinin başlangıçlarında, bu bilginin ulaştığı şekil: bölünmemiş günlük bilinç idi.

Bölünmemiş günlük bilincin günlük kısmı, iş alışkanlıklarının anlamının kavranması, aksiyon ve gözlem verilerinin amprik bir tarzda genelleştirilmesi, gelenek-görenek, sosyal oluşumların doğru veya fantastik yansımaları vs. den mütevellitti.

 
Yani bu bilinç, mantıklı ve süper uyumlu bir kavramlar sistemi meydana getirmediği gibi , realitenin  bilimsel bir yansısı filan da değildi.

Buna karşın bölünmemişti, çünkü günlük hayat içinde teori ve pratik o denli tam'laşmıştı ki (doğayla insan bilinci ve faaliyetinin dolaysızlığı) bugün teori dediğimiz şeyin ilk formları, tam da bu dolaysızlık içinde ve tam da bu dolaysızlıktan dolayı "gerçek hayattaki dil/gündelik dil" içinde, üstü örtülü bir pratik gibi yer buldular kendilerine.


Ta ki;

Kafa ve kol işçiliği birbirinden ayrılana.. yani iş bölümüne kadar.

Böylelikle Teori ve Pratik, ilk kez ve kısmen -ama en önemlisi istikrarlı bir devamlılıkla- birbirinden özelleşerek, farklı sosyal alanlara girdiler.


Tam'lıkları çatladı yani.

Aralarındaki karşılıklı bağımlılık ve karşılıklı etkileşim sürüp gitmekle birlikte, birbirlerinden nispeten ayrıştılar ve inkarın inkarının ilk adımını attılar.

Ve işte bu andan itibarendir ki;

Bilinç, dünyayla olan bağlarından kurtulabilmiş ve "saf" teori, ilahiyat, felsefe, etik vs. kurulmaya başlamıştır.




Ve yine aynı anda (ki bu daha kritik, pratik  ve sonuç);

Bilinç, kendisinin mevcut pratik'in kabulünden başka birşey olduğunu fiiilen hayal etme gücüne sahiptir artık.

 
Saygılarrr:)


3 Mart 2014 Pazartesi

The Final Count Down

Bir kısım psikolojik ekol der ki;

Uyku.. kabuktur aslında.

Afallamak ile dumura uğramak arasında.. realitenin objektif tabiatına rağmen, söylenebilecek herşeyin toplu bir halusinasyonla delirium arasına dolandığı bir anda.. ve belki tüm bu tablonun kışkırtıcı ve irrasyonel tabiatı karşısında..

Koza.

Peh..

Vezir Yallah Fettah vardı bi aralar.

Çocukluğumda..

Orjinali: Iznogoud'du halbuse.

Yazar: Rene Goscinny, Çizer: Jean Tabary

Bizimkiler "Yallah Fettah" diye çevimişti nedense, her ne kadar kökeni Fransız olsa da..

Çizgi kahraman işte.


Emevileri andıran bir zaman diliminde, şişko halife Harun, gamsız Saffet ve çakma orientalist soslu manyak ötesi öyküler..

Dünya "herşeyin tersi günü" mesela..


Gümrükten mi geçicen;

Gümrük memuru atlıyor ordan: Deklare edecek bişeyim yok dedim ya, bekleme yapmaaa!!

Lejyonerler mutfağa.

Patates soymaca..

Köleler seçim sandığına..

Lanet olsun ki çok oy aldım yine, gene muhalefet, gene muhalefet, gör bak ama seneye ne çok düşman ediniceeem o zaman geliceem iktidara!!

Beriki çırpınıyor;

Manyak mısınız siz leaayynn!!!

:)



Neyse:)

Diyordum ki; uyku, kabuk, vesaire..

Hani bu kadar dumur ve bilimum giriş cümlesiyle hay bin kunduz!.. ama -ve yine- tüm bu tablonun kışkırtıcı ve irrasyonel tabiatı karşısında.. Psişik gerilimi minimalize etmek -ve çıldırmamak- ihtiyacı hasıl oldu bende.

Onun için;

Değişik bir Final Countdown diyorum naçizene.

Frekans düşük, yeni bi anlayışla.

Hani ipek gibi mi desem, narin ve berrak mı yoksa?

Her neyse, kayıt çuk oturmuş kanaatimce.

Hem self control, hem  rasyonel, hem topuz, hem kantar.

Eee.. Final count-down.

Zamanlamasını bilmem ama, etiyle kemiğiyle, ismiyle cismiyle manidar:)



Bak ne diyor ressam, bizimki nası bakıyo, beri ki naapıyo filan..?

Halifenin yerine halife olmaya kitlenmiş adam:)


Buyrun Final Countdown: http://www.youtube.com/watch?v=GREtfR7hl-I

İki paralel köyün hikayesi...

I-

Avni Bey..

Ercan Bey'in patronu ve aile dosttu.

Alev Hanım: Ercan Bey'in iş arkadaşı ve mustakbel eşi..

Avni Bey; (tekrar)

Ercan Bey ve Alev Hanım'ın patronu ve aile dostu.

II-

Ercan Bey ve Alev Hanım'ın düğünü;

-Mustakbel çiftin bütün beyaz eşyalarııııı ve çift maaş ikramiyeee!...

-Kimden?

-Avni Bey'den!

-Ollleeey, ne iyi adam!..

III-

Ercan Bey'in doğum günü;

-Ercan bey ve ailesine; Bodrum'da devre mülkk!

-Kimden, kimden?

-Avni Bey'den!

-Hey büyük insan, dostluğumuzun nişanına!..

IV-

Alev Hanım'ın doğum günü;

-Sıfır kilometre araba, Alev hanım ve ailesi için hayırlara vesile olaaa!

-Kimden ki aceba?

-Avni bey'den, Avni Bey'den!

-Muhteşeaaammm, sen çok yaşaa!

V-

Sahne: Hastane, doğumhane.

Karakter: Odaya giren hemşire, kundakta bebek ve nihayi ses-lenmece;

-Ercan Beeeyy!

-Evet??

-Buyrun efendimi, buyrun bebeğiniz..

-Ahh, baba oldum, baba oldum!..

-Öhn, Lakin Avni Bey'den olduğunu söylememe gerek yok sanırsam:)

-Neiyy?!!

-Avni..

-Alçak şerefsiz, vay haysiyetsiz!!!..


:)


Bir diğeri; kadı usulü.

Getirmişler birini önüne..

-Nedir iddia?

-Mansure hanım'ın ırzına geçmiş efem...

-Vay vay vay, sahi mi len?

-Sahi efem, taştı nefis, tutumadım kendimi..

Karar;

Götürün bunu ormana, (kısasa kısas ya) geçin ırzına!

Destuuuuurrrr, gelsin diğeri!

-Peki ya bu?

-Bu da kadı hazretleri, Galata esnafından tüysüz  Naci'yi bıçaklamış, kesmiş gırtlağını bırakmış vessalam..

-Doğru mudur ey gafil?

-Doğrudur kadı hazretleri, anama avradıma sövdü dayanamadım..

Karar;

-Bunu da götürün ormana, kesin gırtlağını aynı bıçakla!

(The End)

Yeniçeriler önde, mahkumlar peşisıra, ormanda..

Tecavüzcü dönmüş, fısıldamış usulca;

-Bana bakın ağalar, gözünüzü seveyim karıştımayın, benim ırızıma geçeceksiniz ha!

:)

Öykü işte..

Topla, böl ikiye..

İki paralel köyün hikayesi işte:)



1 Mart 2014 Cumartesi

cenaze arabası/ rüya

Yani şu rüyalar da, bazen hakkaten enteresan oluyor..

(kendi rüyam diye söylüyor değilim:)

Şimdi sen öl... Sonra bi güzel yıkasınlar seni, kefenlesinler, ve bekle.

Ne beklenebilir ki; Cenaze arabası tabi.

Hani şu yeşil..

Kenarlarında perforje ağaç, yaprak gibi işlemeleri olan sevimsiz, estetik yoksunu araçlar var ya..

                                                                           



Onlardan biri işte..

Bir bakıyorum ki gelmiş.. kapının önünde.

Lakin tuhaf, çünkü hali hazırda bir tabut var içinde.

Bu ne diyorum?

Diyorlar ki o başkası, yanına seni de alıcağız, birlikte götüreceğiz, zaten aynı mezarlıkta gömüleceksiniz..

Hoppaaaa:)

-Kardeşim nerde görülmüş bi cenaze aracıyla iki tabutun taşındığı, olmaz öyle şey!

-Arkadaşım niye zorluk çıkarıyosun, git-gel olmasın diyoz, kötü bişey mi söylüyoz?

-Hayır, hayır, ben iki kişi gitmem!

-Haydaa..

-Gidin muhteremi gömün, sonra gelin beni alın, bu nedir yau?!

- Pöff..

:)

Böyle sürdü gitti işte.

Ve hatırladığım son şey: Bi kere ölüyoz şurada, onu da mındar etmeyin leyn!

..deyişimdi sanırım:)

Sevgili kaptan, özellikle senin yorumunu rica ediyorum lütfen:)

6 Şubat 2014 Perşembe

Eskilerden: 02.04.2013

 
Aslında defaten belirtildi;

Dil.

Elbette değerlidir.

Ama bunu (dil'i), lengüistik felsefe'cilerin kullandığı gibi (ve bizde de borderline/minör örnekleri çoktur) dünyanın/evrenin yansıtılmasının aracı olarak kabulünden öte, yeniden inşasının aracı olarak tanımlamamak lazımdır.

Kavramlar (ve onların tarihleri, ki maddidir) burda önem kazanır.

Çünkü her kavram- hatta her kelime- bir genellemedir ve bu genellemeler bir ses ve anlam paketi olarak (ya da bunun "yazım" karşılığı veya sembolü olarak) insan zihninde hiçbir zaman tek başlarına var olmamışlardır.

Bilakis, realiteden kaynaklanan ve duyu organları üzerinden dolayımlı olarak algılanan canlı bir algıyla sürekli ve ayrılmaz bir ilişki içinde kavranmışlardır.


Örn. Lsd veya o biçim maddelerle haşır neşir olanlar, realiteyi duyu organlarıyla algılar ve deneyimlerken, gözlem'in ispatlanabilir oluşunu istatistiki olarak test edebilme imkanından yoksun bir algı karmaşasında bulunurlar.

Algı karmaşıklaşır ve gözlemlenen nesne üzerinde istediğimiz anlamda çalışmayı ve genellemeler yapabilmeyi mümkün kılmaz.

Örneğin şarap kadehini ağzına götürüren birinin, şarabı bazen akar.. bazen akmaz.

Veyahut akar ama, bir damla olur bir ton, damacana.. bazen de yağmur yağar.

Portakalın rengi, bazen müthiş çarpıcı turuncudur.. bazen değildir, hatta bazen kenardaki eriğin yeşiliyle dans edebilir!

Ya da gözeneği..Koca bir şişeyi minicik bir gözeneğe doldurursun, sığar.. Ve bazen sığmaz, portakal ufalır şişenin içine damlar.

Arabanla yolda giderken.. gökyüzüne tırmanan otoban.. vesaire.

Böyle bir dünyada, bildiğimiz anlamda ve daha da önemlisi "ihtiyacımız olduğu oranda" bir genellemeler zinciri teşkil edebilmek mümkün müdür?

Değildir demeden önce, şunu diyeceğim;

İhtiyacımız olduğu oranda demek: Minimum ve Hayatta kalmamıza yetecek kadar.

Mesela.. hergün yataktan kalktığımızda, ayağımızı yere güvenle basabilememiz gibi.

Bu bile, milyarlarca gözlemin sürekli ispatlanmasıyla üretilmiş bir genellemenin bilinçte dakikleştirdiği bir güven (ve kabuldür) aslında.

O zemin var ve orda.

Şarap gibi değil yani..

Hani şu bazen akan.. bazen akmayan.

Ve daha da önemlisi;

Hapı çeken amcam.. hadi hepsinden yırttı diyelim.. (yani nası desem, havuzun dibindeki iki santimlik suyu oah be koca okyanus evimin önüne kadar gelmiş hemi de Sivas'ta!..şeklinde algılayıp kafa üstü çakılmadı betona.. veya karşı komşunun balkonuyla kendi balkonu arasındaki mesafeyi bi adımlık görüp atlamaya çalışmadı vesaire..)

Yine de bişeyler yiyip içmeden ne kadar yaşar?

:)

Neyse..

Diyeceğim;

Kavramlara Lsd ve benzeri şeyler katmayalım.

Çünkü onların bir tarihi var.

Katsan da var, katmasan da var.

Ve insan hayatta kaldıysa, ürettiği kavramlarla realite arasındaki canlı, karşılıklı ve sürekli ilişkinin farkında olduğu ve bu farkındalık bilinçte sürekli dakikleştiği için kaldı.

Yoksa ruhun derinliklerinde "yaş tahta " zotturduğu için değil.

Yaş tahta kavramı yani..

Şu basılmaması gereken:)

1 Şubat 2014 Cumartesi

Cubitus'tan Zıpır'a

Çocukluk çağımın renkli, eğlenceli ve çoklu algı işlem merkezi diyebileceğim kadar güzeldi Tercüman Çocuk'lu yıllar.

Torgal'ından Tengiz'ine, Aria'sından Luc Orient'ine,  Fitneus Fücirus'undan Yüzbaşı Volkan'ına.. Açıldıkça açılan bir yelpaze gibiydi ve çevrilen her sayfa suretiydi sanki, çocuk zihnindeki paralel evrenlerin.

Kah taş devri ve Tunga, kah uzay zaman ve neşe..

Bugünse karşıma "Cubitus" çıktı.

Bizdeki ismiyle: Zıpır

:)


Evet, Zıpır "demişlerdi" her nedense ve "orjinali" Cubitus'muş, bunu da bugün tesadüfi bir merakla öğreniverdim.

Eee.. Orjinali nedir/ nasıl bir şeydir vesaire?

Yetişkin zamanlara ait bir soruymuş meğer:)


Öte yandan;

Şu boşvermişlik -ki muzip- ama kaynayan kazan,

Şu uyku, şu pati, şu sarı,

Şu göbek, cepkenli keyf..


Zekası ve tembelliğiyle ünlü köpek:)

                                                                    Bitmedi;

Yaşlı amca Semafor ve siyah kedi.. Arada bi panikle görünüp kaybolan ve sürekli acelesi olan o salyangoz..

Çizgi romanların çocukluk çağı algısı üzerine dair bişeyler yazmak gerek.



Sessiz sinema oynar gibi sessiz müzik:)

28 Ocak 2014 Salı

12 eylül, beton ve estetik



Bu sabah masama oturduğumda, her seferinde sanki odama girmemi bekliyormuşcasına çalan ve bana gözetleniyormuş hissi veren o ilk telefondan önce ( ki 45 saniyeden fazla sürmüyor tıngırdaması) gayri ihtiyarı karaladığım bir kaç motif..


Belleğim mi bana fısıldadı, yoksa o fısıltının kendisi mi bellekti bilemiyorum.

Ama bütün heykelleri kuşatan bunlardı.

Sahi, hatırladınız mı?


Vazgeçilmez dik açı, acayip bi yassı, demirbaş bi kıvrım..

Tabaktaki yemeği süsleyen garnitür gibi, çevresini sarardı.



Beton ve estetik(!?), vertikal kuşatış. (kimin kaleminden çıktıysa artık?)

Şimdilerdeyse;

Neyse, vazgeçtim. ...

Lakin ben en çok... -bak bunu söylemeden geçemeyeceğim- Suat Kılıç'a güldüm.

He he:))