23 Haziran 2020 Salı

çürük elma ?

15 yıl boyunca üst düzey hastane yöneticiliği yaptım.

İşim gereği, Avrupa'daki pek çok büyükbaş sigorta şirketi ile yakın mesai harcadım.

Zaman zaman yurtdışı toplantılara katıldım.

Hatırı sayılır sayıda orta-üst düzey sigorta yöneticisi ile yazıştım, tanıştım, görüştüm. (Hemen hepsinin oldukça donanımlı, neşeli, iyimser ve düzgün insanlar olduğunu belirtmem lazım)

Lakin..

Yönetici gözüyle bu 15 yıllık yurtdışı sigorta deneyimini tek bir cümlede özetlememi isterseniz eğer, söyleyeceğim şey şudur;

Aynı sağlık poliçesi ile benzer hastalık durumlarında safkan bir İngiliz, Alman veya Fransız -diğerlerine göre- her zaman çok daha hızlı bir şekilde tedavi ve ödeme garantisi alır! (diğerlerinin kim olduğunu hemen aşağıda izah edeceğim)

Evet budur.. 

Yani hastanın sigortası süratli bir biçimde dosyayı üstlenir, ücret, ödeme ve diğer işlemler sigorta şirketi üzerinden usulünce devam eder.

Buna karşın, en az iki jenerasyondur söz konusu ülkelerin resmi vatandaşı olsanız bile, eğer bir yerlerden pörtleyen göçmen kökenleriniz varsa ( mesela adınız Kaasım, Igor veya Taranta Babu ise) ilgili garantiyi almak için saatlerce, bazen günlerce beklemek gerekebilir. Bazense en dandik sebeplerle "ret" cevabı verilir. 

İşte hemen yukarda değindiğim ve "diğerleri" kategorisine dahil olan bu durum o kadar tipiktir ki, bizim en alt düzey çalışanlarımız veya tercümanlarımız bile hastanın pasaportunu ellerine aldıkları anda,  adından, soyadından, olası göçmen köklerinden ve belki büyük-büyük babasının orijin aldığı ülkeden yola çıkmak suretiyle, ne tür sorunlarla karşılaşacağımızı daha en başından genel hatlarıyla tahmin edebilirler.

Şu halde bu tavır ve fenomen, en hafif ifadeyle " etnik ayrımcılık" en ağır tabirle ise "ırkçılık" dışında herhangi bir şeyle açıklanabilir mi? Daha da kötüsü, genel bir şirket politikası olduğu her halinden belli olan bu "örgütlü ve öngörülebilir" tavır,  hala ve inatla "çürük elma" doktrini ile izah edilebilir mi?

Yani biraz zor..

Üstelik ne demiştim az önce ?

Her biri oldukça donanımlı, neşeli, iyimser ve "düzgün" insanlar olmalarına rağmen.. Kimler mi? Söz konusu sigorta şirketlerinin yöneticileri elbet!

Zaten kötülüğün en sistemlisi, sıklıkla "iyi" insanlar üzerinden yönetilir.

Mahkemede takım elbise giyip kravat takan katil veya tecavüzcü örneklerinde olduğu gibi, en dandiğinden bile olsa her türlü "iyi hal" imgesinin belli bir sunum değeri ve yumoş etkisine haiz bulunması gerçeği, sistemin ihtiyaç duyduğu maskelerden bazılarını temin etmesi bakımından önemli bir denge faktörüdür. Aslında, musallat olduğu her türlü realiteyi sulandırmaktan ve tartışmayı en sığ birikintilerde bulandırmaktan öte bir rolü bulunmayan tüm bu maskeli balo taktikleri, sistematik ve örgütlü bir reddiyenin gizil unsurlarından biri olması itibariyle fecidir.

Ancak ve ancak (!) ne zaman ki kimsenin reddedemeyeceği büyüklükte bir felaket durumu ifşa olur,  (bakın yaşanır demiyorum, ifşa olur diyorum, çünkü adamın birinin ölmesi veya kadının birinin sakat kalması tek başına yetmez, bi de bu dramın ana akım medyada yer kaplaması filan lazımdır) işte o zaman o "iyi" şirketlerin "iyi" yöneticileri görevini "kötüye" kullanmış bir kaç "çürük elma" veya "ırkçı ördek" bulur ve olay kapatılır.



Ben kendi yöneticilik yıllarımda, tam olarak bu şekilde cereyan etmiş dört adet dosyanın bizzat şahitliğini ve takibini yaptım.

Bir tanesi İngiltere'de, bir tanesi Almanya'da, bir diğeri ise Fransa'da vuku buldu, mahkemelik oldu, tazminata bağlandı, mağdurlar daha sonra yardımlarımız için bize teşekkür mailleri yolladı, vesaire, vesaire.. 

Aslında dördüncüsü de aynı yoldaydı. 

Lakin garibimin memleketi Rusya olunca, ve dahi ilgili şirketin Putingiller ile oldukça yakın münasebetleri ortaya çıkınca, başlangıçta mal bulmuş mağribi gibi konuya çöreklenen medya bir anda göt korkusuyla ortadan kayboldu. ( Haliyle dava bile açılamadı.)

Tabi bu örneklerin, az önce değindiğim bir gereklilik olan ve olayı kendi ülkelerinde ana akım medyaya taşıyabilme becerisi göstermek suretiyle kimsenin görmezden gelemeyeceği bir kitleselliğe ulaştırabilmiş hasta ve hasta yakınlarının inatçı bir efor, zaman ve koşturmaca neticesinde, adeta tırnaklarıyla kazıyarak elde ettikleri bir başarı olduğunu söylemeye gerek yok.. Çoğunun aylarca işini gücünü bırakıp bu kahrolası süreçle uğraştığını biliyorum. Lakin pek de kolay olmayan -hatta bazen şans faktörünün de belirleyici olduğu- tüm bu medya desteği  ve ifşa aşamasında takılıp kalan yüzlerce benzer vaka ise, kimsenin ruhu bile duymadan kaybolup gitti arşiv rafları arasında.

Ara not 1: Böyle durumlarda, sigorta şirketi öncelikle kaba-saba bir cevap verir mağdura veya aileye. Bizim açımızdan uygunsuz bir durum yoktur, her şey yasal mevzuata uygundur vs. der. Şu halde aile mahkemeye gitse bir türlü, gitmese bir türlüdür.. Çünkü  mahkemenin menfi sonuçlanması durumunda 8-10 bin euroluk ekstra bir masrafın daha sırtlarına binecek olması riski, karar almayı bir hayli zorlaştırır.. zor iştir yani.. genellikle de öylece kalır, ilave bir adım atılmaz.. Ve bu garipler bir "çürük elma" ya bile layık olamazlar nihayetinde.

Ama biz yine asıl konumuza dönecek olursak;

Özünde "iyi" olduğuna inanmamızın istendiği paradigmaların ve bu paradigma üzerinden yaşama müdahale eden örgütlü otorite yapılarının sık sık dillendirdiği şu meşhur "çürük elma" edebiyatı, hayatın çeşitliliği içerisinde zaman zaman kaçınılması mümkün olmayan istatistiki bir azınlık raporu mudur, yoksa çürük elma konseptinin bizatihi kendisi çok daha büyük ve temel bir denkleme ait sabit bir katsayı mıdır.. biraz kurcalamak kanaatimce faydalı olabilir.

Malum, şu son George Floyd olayı bir anda alevlenerek gündeme oturdu ve genel bir tartışma ortamında hemen her konunun başına geldiği gibi pek çok yerinden tutulup silkelendi.



Aslında tekrar etmeye gerek yok ama.. Yine de söyleyelim;

Eli cebinde (evet, cebinde!) ve o anki pozisyonu itibariyle yaptığı işten derin bir haz duyduğu vücut diline bütün kusursuzluğuyla yansımış bulanan beyaz bir polisin sekiz buçuk dakika boyunca diziyle bir karton kutuya abanır gibi boğazına bastırmak suretiyle öldürdüğü siyah adam, en azından daha makul bir dünya adına atılması gereken bir çığlığı dayatıyor bizlere.

Yani tamam.. o kadarına amenna.. da.. tam olarak neyi haykırmamız gerekiyor acaba?

Kanaatimce hokkabazlığa müsait bir nokta. 

Çünkü her daim geçer akçe olan aynı "çürük elma" kategorisi içinde, sadece bireysel ve tekil örneklerin davranış modelleri üzerinden yol almak suretiyle "örgütlü bir realiteye" nüfuz edilebileceği, ya da bu sayede görüş alanının berraklaşacağı ve anlamlı herhangi bir yere ulaşılabileceğine dair taşınan istenç, pis suratlı anti-kahramanı kapı gibi karşımızda duran bir hikayenin o hep özlenen ve arzulanan "iyi" karakteri bulunup servis edildiği anda doygunluk hissiyle rahatlayacak ve şekerleme faslına geçecektir yavaş yavaş.

Mesela ne gibi... George Floyd'un aziz hatırası önünde diz çökme eylemi sergileyen bazı diğer "iyi" polisler ve bir grup "ulusal muhafız" gibi.. (Halbuki bu şirin örnekler kameralara yansırken, hemen bir kaç blok ötede aynı polis ve ulusal muhafızlardan bir başka görev grubu, Trump'ın elinde İncil ile poz verdiği alanın güvenliğini sağlamak için çevredeki protestoculara karşı gaz, jop, plastik mermi vesaire ile saldırılarına kesintisizce devam etmekte, ya da bir başka eyalette ve bu kez siyah bir kadın kendi evinin yatak odasında yine polis kurşunuyla çoktan öldürülmüştü bile)

Ara not 2: Kulağımızın bir hayli aşina olduğu Ulusal Muhafızlar tabiri, Amerikan ordusunun Kara Kuvvetleridir aslında. Amerika'da silahlı kuvvetlerin omurgasını -tıpkı İngiltere'de olduğu gibi- donanma, yani deniz kuvvetleri oluşturur. Genelkurmay başkanı donanmadan atanır, yine adını sık sık duyduğumuz "deniz piyadeleri" de donanma askerleridir. Kara kuvvetleri ise daha geri planda ve düşük bir ordu gücüdür. Zaten genellikle bu tür iç kargaşa, ayaklanma veya doğal afet benzeri durumlarda göreve çağrılırlar, bizdeki jandarma gibi bir nevi.

Yani soru şu;

Çürük olanın yerine -bazen de yanına- sağlam elma konulduğunda ne oluyor sahi?

Hele ki konu "ırkçılık"sa..

Aslında burada, temel bir analiz ve data eksikliği var.

Şöyle açıklamaya çalışayım;

Mr. Edward mesela..
İşinde gücünde, sivil bir vatandaş.
Sevmiyor olsun göçmenleri.
Tamam sevmesin.
Hatta ayrımcılık da yapıyor olsun.
O da iyiymiş, yapsın.
İyi de.. bu şekilde ne yapabilir en fazla?
Kendi sınırlı yaşam alanında önüne çıkacak bir kaç kişiye saydırmaktan, ya da meletmekten başka?

Ya da Ms. Claudia.. 
Tam tersini temsil etsin aynı bağlamda.
Dil, din, ırk, renk, hiçbirini iplemeden hayal edilebilecek en güzel insanlığı hayata geçirmeye çalışan mümtaz bir kişilik sergilesin.
O ne yapabilir en uç noktada?

Birisini iyi, diğerini kötü ilan edip, takdir veya kınama manyağı yapsak ne olacak sahi? (Ucuz hikaye, şimdilik bu çıkmaz sokağa girmeyelim )

Oysa "ırkçılık" asıl tehlikesini ve zehrini, kötülüğün "örgütlü" bir ahlak formu olarak vücut bulmasıyla gösterir ve zerkeder.

Ve tam da bu nedenle,  Edward ya da Claudia'nın bireysel davranış modellerinden öte, sosyal, ekonomik, siyasi formasyonların ve otorite merkezlerinin ( ki hepsi örgütlüdür) tavır ve reaksiyonlarıdır asıl mercek altına alınıp takip edilmesi gereken. (Claudia veya Edward ise, ancak bu tür otorite merkezleri ile herhangi bir bağlantıları varsa dahil edilebilirler konuya)

Kimler mi?

Mesela Polis, mesela bürokrasi, eğitim sistemi, vakıf-dernek faaliyetleri, ticaret (kapital) odaları, ya da en tepede uzun uzun anlattığım sigorta şirketleri..

Bu örgütlü ve resmi organizasyonların veya otorite merkezlerinin düzenli periyodlar içerisinde tekrarlanan bir "çürük elma" istatistiği ve sonuçların şeffaf bir şekilde toplumla paylaşılması gibi bir faaliyetleri mevcut mudur?

Yani sistemin, herhangi bir çikolata veya oyuncak fabrikasında dahi rutin olarak check edilmekte olan, -farz-ı misal- "üretim bandından hatalı ambalajlama ile çıkmış ürün sayısı ve bunların total üretime oranı" benzeri bir "çürük elma" üretim potansiyeli ve bunun zamanla korelasyonu vs.vs.. benzeri bir uygulama?

Daha da önemlisi, herhangi bir "çürük elma" tespit edildiğinde, o elmanın ait olduğu kurumun kendi elması üzerindeki yükümlülüklerini, disiplin soruşturmalarını usulüne uygun takip edip etmedikleri, ya da mahkemelerin sürece dahil oldukları andan itibaren sergiledikleri tavır vesaire.. Bunlar da en az diğerleri kadar kritik ve önemli parametrelerdir. O halde bunlara yönelik bir analiz de gerekmez mi?

Bu sadece "ırkçılık" ekseninde geçerli değildir tabi.

Eksenler çoğaltılabilir.

Yeri gelir işkence, yeri gelir kötü muamale olur.
Yeri gelir din olur, dil olur.
Kimlik olur, ideoloji olur, cinsiyet olur, cinsel yönelim olur, olur, olur.. (sakıncalı piyade portföyü ne kadar geniş veya darsa artık, her ülkenin mutfağına göre değişir)

Örneğin, Birtan Altunbaş isimli Hacattepe öğrencisini kırk kusür gün ağır işkence altında tutup ölümüne sebep olan polisler için açılan ve ailesi tarafından takip edilen davada, dava boyunca Ankara'da ikamet etmeye devam eden ve resmi olarak görevlerinin başında olan emniyet mensuplarına 10 kusür yıl boyunca yüzlerce tebligatta bulunulmasına rağmen, bunlardan tek bir tanesinin bile söz konusu polislere ulaştırılamamış olmasını nasıl izah etmek gerekir?! (O da altı üstü lütfedip mahkemeye gelip ifade vermeleri için ha!)

Buradaki elma kimin çürüğüdür mesela?

Ulan ben bile sikindirik bir davada -üstelik sadece tanık olarak- bir kez bulunamadım diye ( onun nedeni de sağlık müdürlüğündeki bir toplantıydı) hakkımda mevcutlu olarak (yani polis gözetiminde ve gerekirse cebren) mahkemeye getirilmem yönünde bir tebligat alıp ekip otosu ile götürülürken, devlet memuru olarak yeri belli, işi belli, adresi telefonu her bişeyi belli birine 10 yıl boyunca tebligat yapılamaması nasıl bir şeydir?

İşkence ile adam öldürmek gibi dehşet bir suçla yargılanan şüphelilerin, gerek ait oldukları resmi kurumlarca, gerekse ilgili mahkeme tarafından açıkça korunup kollandığının ispatı olan bu durumlar, hala bir kaç kendini bilmezin "çürük elma"lığı olarak kabul edilebilir mi ?

Dahası, sadece yakın tarihimizde bile bu şekilde -içlerinde çocuk kurbanların da olduğu- yüzlerce örnek sıralanabilir.

Şu halde, mevcut onca pratik ve vakanın eşliğinde, hakim bir otoritenin "biz işimize gelmeyen haktan, hukuktan, insanlık değerlerinden muhafız kardeşim" tezini alenen deklare ediyor oluşundan başka bir anlama gelemeyecek bu modelden nasıl bir "elmalık" feyz-i almamız gerekiyor acep?

Devir kötü, kolla götü filan mı?

Ben kime, ne için, nasıl güveneyim o halde?

Bilmem kaç yüz haftadır - 600 mü oldu, 700 mü, 1000 mi ?- oğullarının kızlarının kemiklerini arayan analar babalar neye nasıl güvensin?

İş makineleri ile mezarlığa dalıp, kepçeyle dozerle tahrip ettikleri mezarlardan çıkardıkları kemikleri yüzlerce kilometre uzakta plastik kutular içinde istif edip üstüne kaldırım döşeyen otoriteye kim ne için inansın?

Bu nasıl bir kantardır?

Amerika'da zenciler ayaklanınca emperyalist batı, yürü be siyah adam, arkandayız!
Fransa'nın varoşları ateşe verince Paris'i, yakışır, hak ettiler, kahrolsun ırkçı Fransa!

Yani nerede bir "şiddet" eylemi yaşansa, sosyolojik-ekonomik- ideolojik- zart-zurt bir sebebi vardır mutlaka, ama bizde?!

Vay hayvanlar, kamu malına zarar veriyorlar! diye koro halinde tepinilmeye başlanıyor bir anda.. ! (demek ki her şey çok mükemmel olduğu halde, bazı ruh hastası psikopatlar sebepsiz yere ve inatla yakıp yıkma derdindeler sadece )

90'lı yıllarda ODTÜ yerleşkesinde meydana gelen öğrenci olaylarında, kampüs içindeki Mc Donalds'ın camları indirildiğinde de aynı utanmazlıkla sahne almıştı yine bu zerzevat. Vandallar camları kırdılar, bütün öğrencilere hizmet veren bir cafe'yi tahrip ettiler, bunlar teröristler!.. (Sadece şu kadarını söyleyeyim, o günkü vahşi ( evet vahşi!) jandarma ve polis şiddeti bir yana, o Mc Donalds şubesinin camları, kapıları, masaları, bardakları, çatalları, bıçakları, her bir boku sigortalıydı, sadece çalışanların sigortası yoktu!)

En yakın örneğimiz ise Gezi olayları.

Ölen, vurulan, sakat kalan.. Kimin umrunda. (yalanları saymıyorum bile, yok silah da kullanmaya başladılar, yok kadına saldırıp işemeli sıçmalı ayin yaptılar, vesaire, vesaire...)

Ammaaa..!

Yüce milletin kutsal vergisiyle alınmış kaldırım taşlarıyla kırılan bütün camların ruhuna el fatihaa!

Çürük elma tabi, çürük elma..

Daha kapsamlı gidelim;

Bizim o çok sevgili devletimiz ve bu devletin olabildiğince hümanist, kucaklayıcı, ali-cenap temsilci ve yöneticileri mesela..
Var mıdır alevilerle bir sorunları?
Haşa..
Bulunmaz, olamaz.
Lakin birileri mütemadiyen alevi doğrar, öldürür, yakar, yıkar..
Kimdir bunlar?
Yine bir kaç çürük ve kendini bilmez elma elbet.
O halde devletin alevilerle bir sorunu var mıdır?
Billah yoktur.

E cemevi meselesi diyorduk hani? Diyanette temsil diyorduk?
Efenim bunların da "kardeşlik duyguları" arasına girmesine izin vermemek gerekir.
Ayrıca Alevilik hakket bir inanç sistemi midir, böyle tanımlanması uygun mudur değil midir kim bilir..
Sahi, kim bilir?
Ulemaya sormak gerekebilir!

Ya da Kürtler.
Sorsan, onlarla da "etle tırnak" gibiyizdir, kardeşizdir, kız alıp kız vermişizdir.
E yani şimdi birileri "kart-kurt" neyim dedi diye meseleyi o kadar da büyütmemek lazım gelir.
Zaten kürtçe gerçek bir dil bile değil midir mıdır müdür...
Eh işte yeter.

Bak unutuyordum;
Bir de alevi-kürt olmak gibi çok daha alengirli durumlar vardır ki..
Vah ki vah!.
İşte o an sevgi dozu tavan yapar, Nirvana gelse etten tırnağa geçerken çırak çıkar.
Biz düşünceye değil, "teröre" karşıyızdır filan..
E İsmail Beşikçi onca yıl niye yattıydı sahi?!
Bilen, duyan, hatırlayan?

Sonra gayr-i müslimler gelir (bir şeyi, olmadığı şeyle tarif etmenin en manyak örneği) sanki koyuna gayr-ı keçi, keçiye gayr-ı öküz, öküze ise gayr-ı insan der gibi.
Onlarla da süperizdir, aynı bayrak altında o biçimizdir, lakin tek bir Hristiyan tapu müdürümüz bile yokumuzdur.

Ermeni meselesi desen, bir başka kara mizah.

Trafik polisi olabilir miyim?
Olamazsın.
Neden?
Çünkü ermenisin.
Aa, öyle mi? Tamam ermeniyim ben o zaman.
Bölücülük yapma lan!

Böyle bir sirktir işte.
Flüt çalan fil, tramplenden atlayan kedi, ve-kütübihii...

Liste uzar gider.

İstanbul sözleşmesi imzalanmıştır ama eşcinseller "dinimiz gereği" heyhaaaat.. bak yine tu-kakadır.

Neyse..

Şimdi tüm bunlar, aslında bilinen meselelerdir.
Konuyu bol kepçe karıştırmanın kalbur üstü örnekleridir.

Aslında biraz daha yazasım vardı ama... Sıkıldım.

Belki son olarak şunu söyleyebilirim;

AKP öncesinde rejim, ayna imalatında ustaydı.

Ümit Kıvanç'ın da belirttiği gibi; Cumhuriyet, gerek 30'lu yılların yekpare devlet-yurttaş geleneği, gerekse ulus devlet inşa sürecinin kurucu dinamikleri ve tarihsel şartlanmışlıkları eşliğinde, bakanın kendisini olduğundan farklı gördüğü aynalar imal etmekte harbi ustalaştı.. Kendimizi aydınlanmış görünce, sahiden aydınlanmamıza gerek kalmıyordu.



Hemen ardından, ikinci dünya (paylaşım) savaşından yırttık, türlü manevralarla.
Üzerimizden ne alman tankları geçti, ne kızıl ordu.
Bir yanıyla büyük bir şans ve başarıydı.
Tahayyül bile edilemeyecek derecede yıkıcı olabilirdi.
Lakin aynı dönemin ruhunu teşkil eden devlet-vatandaş ilişkisindeki o bol dik açılı ve keskin geometriyi, ya da birey olmak ile modern yurttaşlık arasındaki ilerleyici ve sıçrayıcı değişimi, diğer Avrupalı örneklerinde olduğu gibi anlamlı bir dönüşüme uğratma şansını da yitirdik biraz bu yüzden.

Onlar, bireyi "sayılabilir-kullanılabilir-harcanabilir bir nesneler grubu" olarak görüp, tek bir emirle vagonlara doldurarak cepheye süren ve yüzbinler halinde ölmeleri durumunda dahi hiçbir özeleştiride bulunmayan "kutsal devlet" konseptine karşı, adım adım ama kararlı bir devamlılıkla meydan okudular, yaşanılan korkunç acıların kılavuzluğunda.

Gelinen noktanın daha iyi değerlendirilmesi açısından;

İlk büyük savaşta sadece Verdun'da (Fransa) 700.000'e yakın insan öldü. Asker ve insan hayatını hiçe sayan o büyük ve asil generaller, sanki günümüzün konsol oyunlarından birinin başına oturmuş ve ellerinin altındaki sanal birlikleri yönetiyormuşcasına, anlamsız ve ardı arkası kesilmeyen taarruz emirleri vermek suretiyle ulaştılar bu dehşetli sonuca.. İkinci büyük savaşta Stalingrad'da ölenlerin toplam sayısı ise ( alman ve rus) iki milyon sınırını aştı. Bugün herhangi bir savaşta böylesi rakamların bırakın gerçekleşmesini, telaffuz edilmesi veya iması dahi bir ülkenin altını üstüne getirmeye yeter de artar. Ve tek başına bu bile, bireyin o kutsal devlete karşı zaferinin bir göstergesidir. ( Ha bizde değil tabi.. Biz de hala, gerekirse beşyüz bin şehit daha veririz, bilmem nerenin anasını belleriz nutukları bol keseden atılabilmektedir ulu orta. Ve ne zaman böyle bol keseden höyküren birini duysam, Nürnberg mahkemeleri sonucunda idama mahkum edilen ve asılmadan önceki son sözü "Heil Hitler!" olan Julius Streicher'in o meşhur cümlesi gelir aklıma; Nation ist alles, Person ist nichts!" -Halk herşeydir, birey hiçbirşey- )

Akabinde hippi hareketi baş gösterdi.
İnsanlar bu kez de kendi bedenleri üzerinden dolaylı ve daha dolambaçlı yollarla otorite tesis etme hedefindeki her türlü ahlaki norma ve bunların temsilcilerine karşı (kendi öz anne babaları da dahil olmak üzere) savaş açtılar vesaire.. ( Askeri eğitim için FKÖ kamplarına giden RAF militanlarının kısa bir süre sonra kadın-erkek aynı çadırda kalma, üstsüz güneşlenme ve benzeri kurallara karşı gösterdikleri direnç nedeniyle kamptan kovulmaları, hippi hareketinin sessiz bir mirasıdır aynı zamanda)
Böyle sürdü gitti.

Bizdeyse hiçbiri olmadı bunların.
Savaş bitmişti.
Öyle Avrupa'daki gibi büyük bir acı veya yıkım filan da yaşanmamıştı üstelik.
Devlet baba neyi uygun gördüyse, sanki hiç savaş olmamış ve dünya hala aynı dünyaymış gibi keyfe keder lütfetmekte bir mahsur görmedi, hatta ısrar etti.
Bakanın kendisini farklı gördüğü aynaların üretimi devam etti.

Bugünse farklı bir evredeyiz.

Onu da bir ara yazmayı denerim belki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder