8 Haziran 2020 Pazartesi

soL'un "eşcinsellikle" imtehanı

Malum, her hafta yeni bir fetvaya imza atarak gündemi ayarı bozulmuş bir sarkaç gibi oradan oraya savuran sevgili diyanetimiz, geçtiğimiz günlerde "eşcinsellik" üzerine de bir güzel kustu bütün kinini.

Lakin bu yazının hedefi, yüklenmesi oldukça kolay ve sıradan olan "diyanet" değildir.

Yani hepimiz biliriz işte, bütün semavi dinlerin tarihsel bir derdi vardır eşcinsellikle. Ki bunda şaşılacak pek bir şey de yoktur aslında. Dogma dogmadır ve her ne kadar "aman hastalıklar çoğalır, heryeri mikrop kaplar, ahlak bozulur, toplum çürür, kokar, yokolur !" gibi bir takım müthiş tıbbi ve bilimsel-sosyolojik yan argümanlarla deynek sallayıp dursalar da ortalıkta, vahyin emrettiği ve reddedilmesi mümkün olmayan bir lanetin tekrarlanması dışında pek de bir şey yoktur ele alınabilecek.

Bununla birlikte, eşcinseller açısından tablo (veya karşı cephe) maalesef ki sadece "diyanet" ve benzeri şürekalarla sınırlı değildir.

İşte bu yazının ana eksenini teşkil edecek şekilde, gündeme ya da ortak düşünce alanına pek de sık getirilmemekle birlikte, Sol'un eşcinsellikle imtehanıdır asıl mesele!

Evet, gerek Türkiye, gerekse dünya solunun en sosyalist, en devrimci, en Marksist, en Leninist, en Maoist çevreleri, partileri ve hatta devletleri de, neredeyse bir yüzyıla yaklaşan bir süredir ve en az "tüm diğer dini merkez komiteler" kadar farklı ve dahiyane gerekçelerle (yozlaşmış kapitalizm artığı olmak, sermayenin yarattığı çürüme ve yabancılaşmada son noktayı teşkil etmek vs gibi..) eşcinselliği yok saymakta, lanetlemekte, veyahut bir irin statüsünde değerlendirmekte, hatta bu amaçla yeri geldiğinde hapis, sürgün veya ölüme varan farklı tedavi kürleriyle (!) ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar.


20. yüzyılın reel sosyalizm deneyimi, bunun sayısız örnekleri ile doludur.

Aslında, en eskiye gittiğimizde Ekim devrimi ile birlikte eşcinselliğin Sovyetler Birliği'nde yasal olarak "suç" vasfından çıkarılmış olduğunu görürüz. Evet, bu gerçekten böyle olmuştur ve Çarlık Rusya'sının aksine, sosyalist devrimin eşcinseller için de bir özgürlük ortamı getirmiş olması ilginçtir başlangıçta. Bendeniz, bunun nedenleri üzerine detaylı bilgi sahibi olmamakla beraber, Lenin'in ve kızıl ordu komutanı Trocky'nin geniş öngörüsünün, veya dumanı hala üzerinde tütmekte olan "taze ve sıcak" bir devrimin aurası gibi değerlendirilebilecek geniş kapsamlı ve cüretkar bir özgürlük rüzgarının da bir faktör olabileceğini düşünüyorum bu hususta. 

Lakin bildiğim ve izlerini takip edebildiğim bir şey var ki, o da Stalin ile birlikte adım adım daraltılan özgürlükler ortamının ilk kurbanlarından birisinin de eşcinseller olduğudur. 1930'larla birlikte, önce ilgili kanun ve yönetmeliklerdeki minör değişikliklerle başlayan süreç, 1933'ten itibaren açık seçik yasal bir "yasak" statüsü kazanmış, akabinde "eşcinseller için rehabilitasyon merkezleri" kurulmasıyla devam etmiş ve dahası; kişinin geçmişte devrime bağlılığı ve fedakarlıkları devletin resmi madalyasıyla tescil edilmiş bile olsa, eğer bir eşcinsel olarak ilgili rehabilitasyon merkezlerince temize çıkarılmamış veya iyileştirilmemiş ise, parti üyeliği gibi "kritik" pozisyonlar için kanunen aşılması mümkün olmayan engellerle kuşatıldığı bir evreye ulaşmıştır.

Aynı fenomen, Çin Halk Cumhuriyeti'nde, uzak-doğu kültürünün kanıksanmış "şiddet" dozu ile uyumlu biçimde, elektrikle şoklanarak iyileştirme, ve eğer bu da başarılı bir sonuç vermezse kurşuna dizmelere kadar varmıştır.

Bugünkü Kuzey Kore'de , hala ve tek başına "infaz" gerekçesidir.

1960 lı ve 70 li yıllarda, dünya basınına yansımış olması ve görece daha iyi bilinmesi sebebiyle, Komunist Castro'nun Küba'sında, bizzat devrime katılmış ve Batista'ya karşı savaşmış  bir yazarın (Reinaldo Arenas) uzun yıllar hapis yatması, ağır işkencelerden geçirilmesi ve nihayetinde "siktir git buradan" denircesine Amerika'ya postalanması da bir başka devrimci-homofobik hikayedir.


Reinaldo Arenas'ın Amerika'ya defedilmesi sonrasında kaleme aldığı yazılar ise, bir hayli dramatik ve ders alınasıdır. Sık sık devrime ve sosyalizme olan inancından bahsederken, şöyle demek durumunda kalmıştır; " ..bunca yıllık horlanma, aşağılanma ve cezalandırmanın ardından, kişisel özgürlüğümü yaşayabilmek adına ekonomik adaletsizlik ve kapitalist sömürünün hüküm sürdüğü bir ülkeye göç etmek zorunda kaldım"

Lafın özü, eşcinsellik hali, 20. yüzyılın reel sosyalist etik'i ve komünist ahlak anlayışı içinde, onulmaz bir engel olarak yıllar boyunca yer almış, ve hala almaktadır.

Her ne kadar Castro'nun 2000 li yıllarda bir özeleştiride bulunması, ülke çapında eşcinsellere karşı 1960 ve 70 lerde yürütülen ve cadı avını aratmayan uygulamaların baş sorumlusu olduğunu kabul etmesi ve bugün bundan derin bir üzüntü ve pişmanlık duyduğunu dillendirdirmesi, bir nebze anlamlı bir adım olarak görülebilse de, hali hazırda dünyadaki sol cenahın konu ile ilgili tavrı pek de değişmiş değildir.

Ülkemiz özelindeyse, Mahir Çayan ve Kızıldere geleneğinden gelen pek çok devrimci parti için (ki hepsi illegaldir) henüz bir Castro kadar bile olmadılar diyebiliriz. Hatta pardon, çok pardon.. Castro'nun özeleştirisinin yakınından bile geçemezler ifadesi çok naif ve boş kaçar!. bilakis -ve hala-tam bir Kuzey Kore kafasındadırlar.

Bugün DHKP-C, TKP/ML TİKKO, MLKP ve benzeri örgütlerin bırakın içini, merkez komitesini vesaire, bunların yasal platformdaki sempatizan kuruluşlarında bile (tayad, halk cephesi, halkın hukuk bürosu, partizan, evrensel, bilmem ne gençlik vs..) "eşcinsellik" kusursuz bir aforoz nedenidir hala.. 

En son,- sanırım 5-6 yıl önceydi- işkence ve polis baskısına karşı yıllardır en ufak bir zafiyet göstermeden dimdik durmuş, davasına sadakati ve cesaretiyle hareket içinde en göğüs kabartıcı lakaplara mazhar olmuş, gecesini gündüzünü siyasi tutsaklar ve onların aileleri için harcamış, nerede bir işkence, hak ihlali varsa koşmuş, koşturmuş, ve tepeden tırnağa bir devrimci olduğunu bütün ömrü ile ispatlamış bir avukat bile, eşcinsel olduğunu beyan etmesiyle birlikte bir günde "en ahlaksız, en rezil, en yozlaşmış" olmakla yaftalanmış ve yıllardır yüreğini verdiği o saflardan geri dönmesi mümkün olmayacak bir biçimde dışlanmıştır. (Bir kısım rivayete göre, kendi yoldaşları tarafından okkalı bir dayağa da maruz kalmıştır, ama bu bilgi hali hazırda teyit edilmeye muhtaçtır)

Benzer minvalde tahmini (hatta kesin) sonuç: Bugün en radikal sol müzik topluluklarından biri olan grup yorum bünyesinde, eşcinsel bir müzisyenin yer alması fikri zinhar icazet alamaz, hayali bile kurulamaz, hatta gündeme getirilmesi dahi tek başına "suç" teşkil eder. Adamı bırakın gruptan, İstanbul'dan kovarlar. (Hadi İstanbul belki abartı oldu biraz, ama en azından Gazi Mahallesi'ne bir daha adım atamayacağını garanti edebiliriz)

Yeniden dünya ölçeğine dönecek olursak, sosyalist cenahta bu işin ibresinin biraz daha "insani boyutlar"a kayabilmesinin vesilesi, hemen herşeyi bilimselce düşünmeye ve duygularını da bu bilimselliğe ayak uydurma yolunda eğitmeye belki de en yatkın millet olan Almanlar sayesinde olmuştur. (O an için bilimsel olanı -ya da görüneni- bilmek suretiyle duyguları eğitmek mümkünse, bu işin nasıl yapılacağı sanırım ancak "donuklukları ve sözüm ona duygusuzluklarıyla" meşhur almanlardan öğrenilebilir)

Özellikle 1980'lerin başlangıcından itibaren, eşcinselliğin bir hastalık durumu veya patoloji olmadığı, homoseksüelliğin de en az heteroseksüellik kadar doğal bir cinsel yönelim olduğuna dair ilk tıbbi makaleler, ilk psikiyatrik ve klinik çalışmalar Doğu Almanya orjinli olarak yayımlanmaya başladığında, ilginçtir, buna ilk kulak kabartan -60 ve 70'li yılların acımasız eşcinsel avcısı olan- Castro olmuştur..

Akabinde yürütülen karşılıklı iletişim, önce Kübalı psikolog, hekim ve sosyologların Doğu Almanya'yı, ardından da Doğu alman bilim insanlarının Küba'yı ziyaret etmeleriyle ilerlemiş, ve nihayetinde Fidel amcamızın da insafa gelmesiyle sonuçlanmıştır. Böylece, bilhassa 60 lı ve 70 li yılların sosyalist Küba'sına damga vuran sert homofobik politikalar ve cadı avı bir son bulmuştur. Gerçi bu ilk insafa geliş, eşcinsel kişilerin parti üyeliği ve yerel yöneticilik gibi "devlet" görevleri önünde yine bir mani teşkil etmiştir, ama en azından birey olarak doğrudan kişilik ve onurlarına yönelik itibarsızlaştırma ve saldırganlığı bitirmiş, hapis veya sürgün gibi uygulamaları da rafa kaldırmıştır. Castro'nun 2000 li yıllarda yaptığı halka açık özeleştiri ve özür ise, bu sürecin son halkasıdır.

Lakin - istisnai küba örneğini bir tarafa bırakacak olursak- "eşcinselden devrimci veya sosyalist olur mu?" sorusu, hala bütün psikolojik, politik ve hatta "ideolojik" ağırlığıyla ortada durmaktadır.

Daha da doğrusu, bu alengirli soru ilk kez 1934 yılında Harry Whyte isimli, kendini sosyalizme ve devrime adamış bir Britanya Komunist Partisi üyesi tarafından aynen bu şekilde (bir eşcinsel komunist parti üyeliğine layık değil midir?) bütün yalınlığı ve alt kırınımları ile oldukça detaylı bir mektup haline getirilip Joseph Stalin'e sorulduğu günden beri, kocaman bir soru işareti olarak yerinde durmaya devam etmektedir. Zaten Stalin de mektubu hiç yanıtlamamıştır. Bilakis, zahmet edip cevaplamaya değer bulmadığı evrağı arşive göndermeden önce, üzerine "bir gerizekalı ve dejenere" notunu düşmekten geri durmamıştır.



(Mektubun İngilizce orjinali  http://canopycanopycanopy.com/15/moscow adresinde okunabilir)

Şimdi gelelim, diğer sorulara..

Aslında "eşcinsellik" bağlamında Sol'a sorulabilecek sorular ile diyanet veya papalığa sorulacak sorular arasında, ilkesel açıdan pek fazla bir farklılık yoktur.

Mesela bir imama veya papaza (veyahut dindar, gelenekçi bir insana) "nedir kardeşim sizin bu eşcinsel düşmanlığınız" diye başlayıp, ardından şu sualleri doğal olarak yöneltebiliriz;

- Kendi varoluş biçimiyle bir problemi olmayan, bedeni ile barışık, çevresine ve doğaya karşı saygılı, hatta çoğu zaman dini inançları bulunan ve "allah da beni böyle yaratmış" diyerek inandığı tanrısına samimiyetle dua eden, ve belki entelektüel seviyesi ve donanımı da hayli yüksek bir eşcinsel, hangi gerekçelerle "kötüdür" ve rahatsız etmektedir sizi?

- Farz-ı misal, eşcinsel değilim ama her türlü yolsuzluğu yapıyorum, çalıyorum, çırpıyorum, milletin amına koyuyorum, o halde yine de bir "eşcinselden" daha mı iyiyim?

- Daha da önemlisi, insanları neden dürüst bir yaşam sürmek, alınteri ile kazanmak, başkasının malında, emeğinde, başarısında gözü olmamak, doğayı sevmek, üretmek, hakkaniyetle paylaşmak vs. vs gibi tonla kriter varken, sadece kiminle ve nasıl birlikte olduğuna bakarak lanetleyebiliyorsunuz?

 Vesaire.. vesaire..

İlginçtir, aynı soruları- ufak tefek rötuşlarla ama eksenini hiç değiştirmeden- herhangi bir komünist part MK'sına da sorabiliriz;

-Kendisi ve bedeni ile barışık, ilave bir zihinsel problemi bulunmayan, sahip olduğu entelektüel birikim ve bilinç ile insanların saygısını kazanmış, daha da önemlisi kendisini bir "sosyalist" veya "devrimci" olarak tanımlayan ve devrim yolunda kararlılıkla savaşmakta olan bir insan, tam olarak "neden" rahatsız etmektedir sizi ve hangi sahih gerekçelerle "yozlaşmışlar" veya "dejenere olmuşlar" sınıfına dahil edilmektedir?

-Farz-ı misal eşcinsel değilim, ama tam bir tatlı su devrimcisiyim. Hatta ve hatta, her an gücün ve paranın çekiciliğine kapılıp mücadeleden kopabilirim, ya da en ufak bir fiskeyle kuşlar gibi ötüp bütün yoldaşlarımı satabilirim, yine de o "eşcinsel"den daha mı iyiyim?

-Daha da önemlisi, insanları neden yetenekli, birikimli bir devrimci olmak, mücadeleye tereddütsüz katılmak, bu uğurda bedel ödemekten sakınmamak, partiye ve devrime bağlılıktan taviz vermeden gerektiğinde en zor görevlere gönüllü olup elde silah düşmanla çatışmak vs. gibi tonla kriter varken, sadece cinsel yönelimiyle yargılıyor ve "çürümüş" veya "yozlaşmış" ilan edebiliyorsunuz?

Görüldüğü üzere, benzer soruların ufak nüanslarla bir imama, papaza veya hahama sorulması ile bir komünist parti genel sekterine sorulması arasında, "öz"de hiçbir farklılık yoktur.

Dinci familya ayete bakar, kitapta hükmü kesinse - ki kesindir- gerisi hikayedir, yapacak bir şey yoktur.

Komünist parti ise hikmet-i kendine mahsus bir "yozlaşma ve dejenerasyon" zıp-zıplığı içinde bir kaç slogan atar. Bununla birlikte, hiçbir zaman bu dejenerasyonun "sınanmış, test edilmiş ve elle tutulabilir" bir izahatini yapamaz. Bu konuyla ilgili hiçbir bilimsel-istatistiki çalışma ortaya koyamaz. Onun koyduğu tek şey, bir cinsel organ ve gözü önünde canlandırdığı göt deliğidir, o kadar.

O halde, modern zamanların tüm bilimsel değerlerine inat, - ve belki artık sadece "psikolojik faktörlerle" açıklanabilecek bir "şerhe" rağmen, nedir bu sarsılmaz "sol reddiyedeki" inat, anlamak mümkün değil..

Ben anlamış değilim en azından.

(Ayrıca bir de "lezbiyenlik" meselesi var!.. Sanırım lezbiyenlerin durumu "devrim mahkemesi" önünde nisbeten daha rahat.. Yani burada bile, sanki sahnenin gerisinde bağdaş kurmuş kısmi erkek-egemen bir bakış var)

Neyse..

Bu tür analizleri ve tarihi anektodları bir tarafa bırakırsak, eşcinsellik bağlamında aşağıdaki hususları hatırlatmak, güncel açısından faydalı olacaktır; 

Herşeyden önce, eşcinsellik olgusu modern dünyanın tıbbi literatüründe (40 yılı aşkın bir süredir) bir "hastalık" durumu değildir.

Tüm dünyada, sağlık ve hastalık verilerinin takibi ve istatistiki analizi amacıyla bir kodlama sistemi kullanılmaktadır. Kısaca ICD denilen bu kod sistemi, aktüel bilgiler ışığında güncellenir. ( Örneğin en son covid-19 için yeni kodlar açılmıştır) ICD İngilizce bir kısaltmadır. Tam açılımı "international classification of disease", yani Türkçeye çevirisiyle " hastalığın uluslararası sınıflaması" anlamına gelir. Siz de herhangi bir hastaneye gidip muayene olduğunuzda, doktor size üşütmüşsün, akciğerlerin su toplamış veya böbreğinde taş var dese de, dosyanızda esas olan bu tanı'ya ait kod'dur. Devlet bu işleri böyle takip eder. Mesela bildiğiniz "ishal" için bile, en az 10'a yakın farklı tanı kodu vardır.

*A09 : akut gastroenterit, enfeksiyöz orjinli olduğu tahmin edilen

*K52: akut gastroenterit, enfektif olmayan

*A08.0 : akut gastroenterit, gösterilmiş etken rotavirüs

*A08.1 : akut gastroenterit, gösterilmiş etken, Norwalk ajanı

*A08.2: akut gastoenterit, gösterilmiş etken adeno virüs

*A08.3: akut gastroenterit, diğer virüsler

Uzun lafın kısası, siz "hepi topu bi ishal" ile gitmiş olsanız da hastaneye, bu kodlardan en uygun olanı siz farkına bile varmadan doktorunuz tarafından dosyanıza işlenir.

Şimdi asıl konumuza dönelim;

İşte bu kodlama sisteminin en son versiyonu olan ICD-10'da "eşcinsellik" şeklinde bir kod, maalesef ki yoktur!

Ara not: Ben ne zaman dinci tayfayla taşak geçmek istesem bu örneği veririm zaten. Hani şu "Çin'de bile olsa aranıp bulunması gereken şey vardı ya!.. İşte o bilim diyor ki, eşcinsellik bir hastalık, patoloji ya da rahatsızlık değildir. ( bu taşak geçme faslı isteğe bağlı olarak başka form ve şekillerde de yansıtılabilir şüphesiz ; ilim çin'de olsa alınız, lakin konu eşcinsellikse geri bırakınız!.. ilim çin'de de olsa alınız, lakin mevzu evrimse pek de oralı olmayınız.. vesaire..vesaire :)

Ha bir de, "hayatta en hakiki mürşit ilimdir" şeysi vardı di mi.. Bilimum aydınlanmacı, Kemalist, Atatürkçü tayfaya da söylenebilir tabi aynı şeyler, eğer konu bağlamında yeri gelirse.

Neyse biz devam edelim;

Dolayısıyla, en güncel tıbbi tanı guideline'larında (klavuzlarında) bir "hastalık" durumu olarak tanımlanmamış olduğu için, eşcinsellik için hazırlanmış ve tıbbi literatüre eklenmiş herhangi bir tedavi protokolü de yoktur.

Zaten bugüne kadar hiçbir eşcinsel, hiçbir gay, hiçbir lezbiyen,herhangi bir doktora başvurup ben hastayım, tedavi edilmek filan da dememiştir.

Ha, bazıları bir psikoloğa-psikiyatriste filan gidebilirler.. Ama bu da "beni tedavi et, eşcinselliğimden kurtar" diye değil, hemen istisnasız bir biçimde "çok fazla toplumsal baskı görüyorum, yakın çevrem beni dışlıyor, mobinge , saygısızlığa, aşağılanmaya maruz kalıyorum, ve bu da beni çok yıpratıyor, psikolojimi korumak için neler yapabilirim?" çerçevesinde olur. (İsteyen istediği psikoloğa sorabilir) 
Yani eğer ortada bir "tedavi" ihtiyacı varsa, bu sadece eşcinsellerin eşcinsel olmayanlar tarafından tabi tutuldukları yoğum maddi ve manevi şiddete dairdir, yoksa eşcinselliğin bizatihi kendisine değil.

Ben eşcinsel filan değilim, ancak ister dindar, ister demokrat, ister sapına kadar sosyalist komünist neyim olsun, bu insanların eşcinsellerle derdi nedir, hiç anlayamayacağım sanırım..

Kaldı ki, eşcinsellik insanlığın bilinen tarihi kadar eski, antik yunandan beri var olan bir durum. ( E hani nooldu kapitalist yozlaşma veya sermaye dejenerasyonu tezlerine filan??) Üstelik, sadece insanlar da değil mesele. Yapılan pek çok çalışma gösteriyor ki, doğanın bütünü içerisinde, pengueninden maymununa kadar en az %2 ile %5 arasında değişen oranlarda eşcinsellik olgusu mevcut. E ne yapacağız şimdi, insanlarla olan meseleyi hallettikten sonra bu kez de penguenlere mi gelecek sıra?

Ya gülmeyin lütfen, ama şu homo-penguen işi gerçekten tam bir bilimsel çalışma :)

Bakın arz edeyim;

Bir kaç bilim insanı üşenmemiş, yıllarca takip etmişler bu hayvanları. Ve görülmüş ki, ortamda yeterli sayıda karşı cins olduğu halde, bir kısım "sapkın"(!) penguen tutarlı ve düzenli bir şekilde kendi cinsi ile ilgilenmekte.

Gelelim, bu gözlem ve çalışmanın o tür açısından makro değerlendirmesine.. Şimdi bu homo-penguenler ısrarla hemcinslerine yönelik bir "libido" sahibi olduklarını gösteriyorlarsa ve eğer bu durum - farz-ı misal" bir "gen" veya "genetik sorun" ise ( dikkatinizi çekerim penguenlerden bahsediyoruz, bunların insanlar gibi gelişmiş bir dil becerisi, soyut düşüncesi, felsefesi, sanatı, edebiyatı filan yok malumunuz. Haliyle, penguen aleminde okuduğu bir kitaptan, seyrettiği bir filmden, basından, medya bombardımanından etkilenerek, veyahut yanlış arkadaş kurbanı olarak ya da özenti gibi yollarla homoseksüel olmak pek mümkün görünmüyor. Bu nedenle geriye kala kala, anca bir takım genetik etkenler kalıyor naçizane ) ve işte ama böyle bile olsa, ortada bir sorun var hala... 

O da şu; Şimdi bu homo-penguenler karşı cins yerine hemcinsleriyle cinsel birliktelik sergiledikleri için ne olacaktır? En basit sonuç: çocuk sahibi olamayacak ve yeni jenerasyonlar için döl veremeyeceklerdir. 

Peki bu durumda ne beklenir? Cevap: Bu homo-penguenlere ait "arızalı" genlerin (hani hastalardı ya:) kendi yaşamları sona erdiğinde (yani öldüklerinde) popülasyondan silinmesi gerekir. 

Güzeel.. Peki hal böyleyken, bizler neden her yeni jenerasyonda düzenli olarak yeni homo-penguenler görürüz o halde? Muhtemel cevap: Demek ki doğada, doğanın kendi iç işleyişinde, belki de evrimsel sürecin memeli hayvanlar bünyesinde ulaştığı seviyede, dışardan herhangi bir müdahaleye ihtiyaç duymadan bu şekilde işleyen ve kendini sürekli ve düzenli olarak tekrarlayan bir dinamik var (ya da olmalı)

Bence bu gözlem ve öngörüler bile çok şey anlatabilir bizlere..

Son olarak;

Bazı yanlış anlamalara veya kafa karışıklıklarına mahal vermemek için, bir doktor olarak, tıbbi li,teratürde gerçek anlamda cinsel kimlik ve davranış bozukluğu veya cinsiyet problemleri şeklinde tanımlanmış diğer durumlardan bahsedeyim.

Bu rahatsızlardan birisi, toplumda genel olarak çok az bilinip duyulan, ancak hekimlerce nispeten sık görülen bazı genetik patolojilerdir. Daha anne karnında embriyo düzeyinde yaşanan bir takım hücresel bölünme ve eşleşme hataları sonucu ortaya çıkarlar. 

Şimdi tıbbi isimlerine girip kafanızı karıştırmak istemiyorum, ama bir benzetme yapacak olursam, altı şişhane üstü bilmem ne gibi dramatik durumlardır.. Mesela size bir çocuk getirirler, gayet sağlıklı görünen bir kız çocuğudur ama adet görmesi gereken yaşa geldiği halde adet görmemektedir. Bir ultrason yaparsınız ki, karın içinde ne rahmi ne yumurtaları vardır.. Hiçbiri yoktur, hatta genetik analiz sonucu XY (yani erkek) çıkar..

Ya da bir erkek çocuktur getirilen, penisi vardır. Lakin onun karın içinde de rahim neyim bulursunuz. Hücre analizi de XX (yani kadın) sonucu verir..

İşte bu durumlar, hem hasta, hem aile, hem de hekimler için oldukça zor süreçlerdir. Bazen yıllarca, hem klinisyenlerce hem tıbbi etik kurullar aracılığıyla özenle takip edilir.. Nihayetinde çocuğun cinsel kimliğinin zihinsel kabulü ( yani kendini ruhsal olarak kadın gibi mi yoksa erkek gibi mi hissettiği) ve daha pek çok organik, psişik, psikolojik faktörün bütüncül olarak değerlendirilmesi ile birlikte bir karar verilir. Bazen olduğu gibi bırakılır, bazen ilaç, hormon uygulamaları, ya da vakaya göre ameliyat seçenekleri vs planlanır.

Bir diğer cinsel kimlik sorunu ise, transeksüellerde gördüğümüz durumdur.
Bu kişilerin, yukarıda saydıklarımın aksine hiçbir fiziksel ya da genetik patolojileri yoktur. Gerek dış genital organlar, gerek iç genital organlar, hepsi yerli yerinde ve normaldir. Lakin bu gruptakilerin durumu, kendini erkek bedenine hapsedilmiş bir kadın, veya bir kadın bedenine hapsedilmiş erkek gibi görmeleridir.. ( Bülent Ersoy'un durumu budur mesela)

Yani zihinsel olarak kendilerini ait gördükleri ve kabullendikleri cinsel kimlikleri ile, bedenleri arasında bir uzlaşmazlık ve karşıtlık bulunur.

Ve bu dramatik hal, ciddi boyutlarda psikolojik bir kaos yaratır. Kişi, kendini ait hissettiği cinsel kimlik ile fiziki bedeni arasında sürekli bir savaş hali yaşar. Hatta bu savaş bir süre sonra teröre dönüşür ve kişi kendi bedenine zarar verme yoluna girebilir.

İşte bu noktada, gerek hekimler gerek hasta, ortada bir "sorun" olduğunun farkındadır ve bu durumun öyle ya da böyle çözülmesi (tedavi edilmesi) gerektiği hususunda hemfikirdirler.

Lakin bu tedavi de, aman sen kendini kadın olarak mı görüyorsun, tamam o zaman hadi kesip atalım hemen çükünü şeklinde işleyen şip-şak bir süreç değildir. Bilakis, son derece komplike, zamana ihtiyaç duyan, zahmetli bir iştir. Öncelikle, ortadan kaldırılması ve ekarte edilmesi gereken pek çok olası sebep vardır. Mesela bir psikoz, majör depresyon veya bazı ağır travmatik olaylar sonrasında benzer duygulanımlar yaşanabilir. İşte tüm bu ihtimallerin ortadan kaldırılması elzemdir, çünkü yapılacak işlem geri dönüşü olamayan bir işlemdir.

Nihayetinde, tahliller, tetkikler, psikolojik faktörler, hekimler, tıbbi etik kurulları hep birlikte vakayı bütüncül olarak değerlendirir ve bir sonuca ulaşır. Eğer kişinin ameliyatına karar verilmişse, amerliyat öncesi dönemde sağlanması gereken hormon desteği, ilave kozmetik destekler vs. sağlandıktan sonra gerekli cerrahi işlem uygulanır..

Ama biz yine asıl konuya dönecek olursak, eşcinselliğin yukardaki "patolojik" durumlarla hiçbir alakası olmadığını söylemek gerekir.

Eçcinsel kişinin, kendi bedeni ile bir alıp veremediği yoktur. Bilakis bedenini sever. Nice body-buildingci erkek , ya da son derece alımlı güzel kadınlar vardır. Hiçbirinin sahip oldukalrı bedenle bir savaşı bulunmaz. Tek söyledikleri, ben kendi cinsimden hoşlanıyorum demekten ibarettir.

Eşcinseller içinde, aslında oldukça düşük oranlarda feminin tarz sergileyen erkek, ya da erkeksi bir tarz sergileyen lezbiyenler bulunabilir. Bunlar aslında küçük bir azınlığı teşkil ettikleri halde, özellikle medya açısından en eğlenceli ve karikatürize edilmeye müsait tipler olduklarından, orada burada bize en çok servis edilenler de bu tipler olurlar. (Kuşum Aydın, zeki müren, vs)

Mesela ben, öğrencilik yıllarımda çalıştığımız kültür merkezimize davet ettiğimiz bir grup LGBT'liyi hatırlıyorum da.. Yani oradaki erkeklerin tamamı, bildiğiniz yağız Anadolu delikanlısı gibiydiler. Sokakta görseniz, aklınızın kenarından bile geçmezdi eşcinsel olabilecekleri ihtimali.. Hatta kadınsanız kur yapmak dahi isteyebilirdiniz kendileriyle. Ama öyleydiler işte. Ve onlar da bize, özellikle medyada karikatürize edilen haliyle, sözüm ona komik ve eğlenceli eşcinsel tiplemesinden duydukları rahatsızlığı ifade etmişlerdi en çok.

Neyse.. Bu son tıbbi kısım biraz sıkıcı olduysa kusura bakmayın.
Konuyu daha anlaşılır kılabilmek için ilave etme ihtiyacı hissettim.

Lakin asıl soru en başta duruyor hala; eşcinselden sosyalist olur mu, devrimci olur mu?.. 

Ya da tee 1934'de yoldaş Stalin'e apaçık sorulduğu haliyle, "bir eşcinsel komünist parti üyeliğine layık olamaz mı sizce?" 












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder