3 Haziran 2020 Çarşamba

Janus'un iki yüzü

2015 yılında, kökten dinci silahlı gruplar tarafından Paris'te gerçekleştirlen Charlie Hebdo ve Bataclan kulübündeki konser saldırılarında, 150'den fazla insan hayatını kaybetmişti.

Bu iki katliamın ardından, o dönemin sosyal medyasında, yaşanan travmaya karşı toplumsal dayanışma ve kurbanlara saygı temelinde başlatılan "pray for paris" (paris için dua et) kampanyasına ilk itiraz ise, yine Charlie Hebdo dergisinden gelmişti; "don't pray for Paris, we need no more religion" (Paris için dua etmeyin, daha fazla dine ihtiyacımız yok)

Saldırılar sonucunda, en yakın çalışma arkadaşlarını kaybeden Charlie Hebdo yazarı şöyle diyordu;

Paris şehri, bilimin, sanatın, felsefenin, müziğin, dansın, eğlencenin ve neşenin şehridir. Yaşanan bu vahşetin ardından, her ne kadar içtenlikle ve sevgiyle yazılmış olduklarını anlasak da, #prayforparis#  mesajları yollamayı, hüzünlü ayinlere katılmayı ve Paris için dua etmeyi bırakın. Emin olunuz ki, daha fazla dine ihtiyacımız yok. Bu şehri kendisi ve olduğu gibi yaşatmak istiyorsanız, kafelere, tiyatrolara, sinemalara gidin, dans edin, öpüşün, bi şampanya açın, şarkılar söyleyin.


Bu aslında, 20.yüzyılın hemen başlarında, Amerikalı ilk muhalif işçi, aktivist ve müzisyenlerden biri olan ve saçma sapan bir davanın ardından idam edilen Joe Hill'in (Joseph Hillström) son sözleriyle kısmen benzerlik taşıyan, ve ölüm karşısında yaşamın sürekliliğine dair mini bir manifestoydu. 
                                           "I die like a true blue rebel.Don't waste any time mourning, organise!"

Tercümesi: Gerçek bir mavi isyan gibi ölüyorum. Ardımdan ağlamakla, sızlamakla, yas tutmakla vakit kaybetmeyin. Örgütlenin!

O mekanlardan bu zamanlara, ve 2020 Türkiye coğrafyasına ulaştığımız şu günlerde ise, pek muteber "diyanet" hazretlerinin eşcinsellerin ardından bu kez de binlerce yıllık halk kültürü nesnelerine el atıp, halay nasıl çekilir, nasıl horon tepilir, bu esnada kimler kimlerin ellerini tutabilir, arada ne kadarlık bir mesafe bulunmalıdır vs. gibi, son derece "hayati" ve dahiyane önermelerini okuyunca, eminim ki "we need no more religion" sloganının dizginleri boşalıyor çoğumuzun zihninde. Her ne kadar bunu açıkça dillendirmeyi, yeni bir provokasyon dalgası yaratmamak adına bastırmaya çalışıyor olsak da içten içe..

Sormadan edemiyor tabi insan;

Tarihte, sürekli daha fazla dindarlaşarak hidayete ermiş herhangi bir kavim, millet, devlet var mıdır acep?

Bezin üstünü bezle örtmek..

Yoksul mahalle evlerinin, en hevesli hırsızın çalma dürtüsünü cezbetmekten bile aciz bütün fukaralığına rağmen, sürekli sımsıkı perdelerle örtülü pencereleri gibi.. Ne varsa artık, bunca "yokluğa" rağmen saklanan..

Derinlere indikçe, kendi etrafına ördüğü duvarları sürgit kalınlaşan..

Bu, meselenin bir yönü.
Başlangıç, bitiş ve geçişler tanrısı Janus'un, birbirinin ikizi gibi görünen yüzlerinden bir tanesi.

Ama diğer yüzü de en az ilki kadar yapışkan ve tehlikeli;

Aslında on yıllardır ocakta kaynayıp duran, yine de o en muhteşem ve katransı kıvama ulaştığına bir türlü inanılmadığından hergün yeniden ve yeniden harlanıp atmosfere salınan.. o kötücül ruh, en sağlıklıları bile çoktan zehirledi.

Öyle ki;

Nereye baksan, herkesin elinde bir kutu, kutunun içinde bir kedi.

Pancar motor desteğinde Schrödinger usulü kedi deneyleri..

E ama kedi dediğin de tek tip değil ki..

Alevi kedi, kürt kedi, haçlı kedi, ermeni kedi, Yahudi kedi, eşcinsel kedi..

Hangisini niye seçtin, ne diye kattın kutuya, hooop!. devlet ve beka meselesi!

48 yıllık ömrü hayatımda, ben bile en az 48 kez ve de en yetkili ağızlardan "bakın bu son derece vahim bir beka şeysi haaa!" ültimatomları duyduğuma göre.. Hay bin kunduz, demek ki durum harbi ciddi!

Haliyle açıyor vanayı, veriyor gazı abi..

Kutunun içinde "öteki"

Ve bir vakit sonra başlıyor tartışma, "ötekinin" o anda ölü mü yoksa diri mi olması gerektiği..

Son söz:

Genç dimağlar "faşizmi", sayıları milyonlarla ölçülen kocaman bir halka karşı ufak ve azınlık bir despotlar grubunun zoraki tahakkümü olarak algılamaya -ya da tahayyül etmeye- meyillidirler.

O sevimli ve iyicil insanlarla dolu mahalleye, bir kaç mafya bozuntusu dayanmış, haraca-dayağa neyim bağlamıştır hepi topu..

Lakin tarih bize hep tersini gösterir.

Bir benzetme yapmak gerekirse, "Müslüman mahallesi" denilen yerdir faşizm.
Salyangoz satmandan şüpheleniliyorsa misal, çantanı poşetini polisten jandarmadan önce bizzat komşu bildiklerin arar.

Yani öyle bir iki zorba müsfeddesini temizlemekle filan kurtulmazsın.
Bilakis, ev ev, sokak sokak, komşu komşu, zihin zihin, çok daha ciddi bir mücadeleyi gerektirir.

İtalyası'ndan Almanya'sına, İspanya'sından bilmem nerelere kadar, faşizm hep "kitlelerle" gelmiştir.

Mussolini, denizde balık kadar çok siyah gömleklileriyle yaptığı yürüyüşle fethetti Roma'yı.
Hitler milyonların sevgilisiydi.
Ya da Franco, internasyonal devrimci taburları ve "no pasaran" (geçit yok) nidalarını mağlup edip Madrid'i ve tüm İspanya'yı aldığında, arkasında "han pasado" (geçtik işte) diye slogan atan yüzbinler vardı.

Janus'un iki yüzü, sürekli birbirini besler.
Her geçişte ordadır.
Ve bir kitle kültürü yaratma sinerjisine eriştiği anda.. herşey mubahtır.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder