14 Eylül 2016 Çarşamba

Ben - I


Felsefe'de "ben", aslında hep belli bir tayfanın işidir.

Kısa bir özet geçmek gerekirse;

Öznenin "aktif" ve düzenleyici "ana faktör" olduğunu ileri süren "idealist sistemlerin" topunun temel nosyonudur.

Çünkü bu top..(pardon nosyon:) Descartes'ten bu yana felsefi sistemlerin kurulmasında "köken" problemine sıkıca bağlıdır (hani herbişeyin en dibinin dibinde ne var aceba , hele ki mesele "ben" isem filan??)

Ve hemen yukarda belirtildiği üzere; böylesi "aktif" ve "düzenleyici ana faktör" olarak ilan edilmesi ve dahi bu ilanın doğası gereği : zihni melekelerin "mutlak" ve "bağımsız" taşıyıcısı olarak tarif edilir. (ben)

Hep izlediğimiz gibi yani, yine aynı histeri..

Mutlaklık, kesin bağımsızlık, vesaire..

Vardır, ordadır, ( sonra izahat başlar)  budur, çünkü böyledir.

Bu kadar :)


Tarihte ne olmuş.. geç onu.. nasıl hayatta kalınmış, boşver.. ekonomik formasyonlar, sittiret..

Delikanlı adam alkol alsa da delikanlıdır, katiyen sarkmaz sağa sola ve benzeri mündemiçliklerle dolu bi çalışma tarzıyla filan.. Möthiş bir şeydir annadınmı:)

Mesela Descartes'e göre BEN, rasyonalist düşüncenin sezgici ilkesidir ve düşünen cevherdir.

Fichte ise BEN'İ bilincin ahlaki faaliyeti olarak kabul eder.

Freud insanı biyolojikleştirir ve onu da ben ve üst-Ben'e ayırır.

Yeni-pozitivist ve varoluşçu pek çok akımda BEN'in mutlaklaştırılması çok daha barizleşir.

En uç nokta ise solipsizm'dir.
Kişinin kendi BEN'i dışında hiçbirşey yoktur veya yanılsamadır.

(Üstelik iş sadece felsefeyle de kalmamıştır. Özellikle 20. yüzyılda, tüm bu felsefi yaklaşımların her birine ait psikolojik ekoller de oluşmuştur. Ki bu durum, 19.yüzyıl sonunda belirginleşip  20.yüzyıl boyunca devam eden ve bir çığ misali büyüyen bilimsel, teknolojik gelişimlerle beraber düşünüldüğünde, aslında gayet normaldir. Neyin felsefe neyinse bilim olduğunun karman-çorbanlaştığı ve nerdeyse bütün bir literatürün kah felsefe kah psikoloji arasında gidip geldiği bir tarihsel dönemeçte... Normaldir işte:)


Marksizm ise BEN'in irrasyonalist tüm tanımlarını reddeder  ve der ki; Ben "beşeridir" ve bu beşeriliği ile bütün maddi ve manevi değerlerin yaratıcısıdır.

Yani;

Ne tek başına ve kendimizden bağımsız bir "ben", ne de bilincin ahlaki faaliyeti (Fichte) veya sosyal ilişkiler ve yaşanmışlıklardan ayrı bir yerde, tarih ve zaman üstü , kendinde kendi, saf, mutlak bir cevher şeklinde kabul edilebilecek bir BEN yoktur.


Oysa şu son cümlemde yok dediğim BEN, külli dini, mistik, spritüel inançların VAR dediği Ben'dir.

Tahrif edilmiş ben.... Unutulmuş ben.. yabancılaşmış/ yabancılaşılmış ben.. ermemiz gereken ben.. İçindeki "ötekiyle" (kim?) cebelleşen.. vesaire.

:)

Kolayca dikkatinizi çekeceği gibi, tüm bu söylemlerin ortak noktası: Ötelerde bir yerde (neresi belli değil) saf, aktif  ve kendinde kendi bir cevherin, mutlak ve bağımsız bir ontolojik hadise haline getirilerek yeniden yaratılması ve temel alınmasıdır.

Ne demiştik: Budur, çünkü böyledir.

Örneğin bu "ben" vardır ve yabancıdır.

Veyahut vardır ve yalnızdır..

İçimizdeki (?) "ben" olmayan öteki şey (?) ise... vesaire.

Kavram mutlaklaştırılır.

Gerisi bir güzelleme veya eğretileme sanatıdır.

Ya da, tanrının karşısına şeytanı çıkarmaktaki "maksat" la aynıdır.

Fark, kurgu itibariyle kaçınılmazdır.

O halde ben, farklıdır. Çünküüü;


 He he:)

Ben aslında, tüm bunların derin psikolojik kökenlerinde yatan şeyin "doğal olana" duyulan tedirginlik olduğu kanaatindeyim.

Misal;

Buyurdu ki sevgi topcuğu hazretleri efendi: bilinç soru sorar, sordukça daha bi batar, oysa sen tohumsun, karanlıkta kalman lazım ki aydınlanasın vs..

Bu ne la?

(Bknz bilimum spritüel konaklama tesisi, osho peygamber , carlosizm vesaire:)



Dediğim gibi, hemen hepsinin psikolojik örgütlenmesi vardır.

Lakin aslında hepsi, tıpkı freud'culuk gibi kendi kendini ispata muhtaçtır.

Ha ama eder de..

Kendini kendiyle.(circulus vitiosus)

Bilimum teolojik "ben"i saymıyorum bile..

Son olarak, bu "kavram senfonisi" içinde anlamlı (:) olabileceğini düşündüğüm ve bir başka başlıkta yazdığım bir cümleyi buraya aktarmam gerekirse;

Eğer insanlar, birbiri ardına ve sadece soyut mantıksal işlemler yapmakla kalıp, kendi kavramları ve faaliyetleri ile realiteden edindikleri algı arasındaki sürekli ilişkiyi hissetmemiş ve deneyimlememiş olsalardı, ne realiteyi ne de kendilerini anlayaıp kavrayabilmeleri mümkün olmazdı.


4 yorum:

  1. http://eski.sonsuz.us/index.php?node=1303

    YanıtlaSil
  2. Bi de senin çok sevdiğin bölüm : http://eski.sonsuz.us/index.php?node=1632

    YanıtlaSil
  3. Evet, kendi güncemi aktarıyorum zaten, teşekkürler :)

    YanıtlaSil
  4. Adam yazıyor da yazıyor..

    Egonuz şoolur.. şeyiniz benlikle kaynaşıp farkındasızlaşır.. evrenle iletişimde veri aktarımı desensitize olur..üçüncü göz kapanır.. o zaman da ying yang' a sarkar maraza çıkar.. abooov..

    İyi de..

    Kaynak nedir yahu?!

    :)

    Oysa bu ve benzer başlıklarda zaman zaman konu edilen ruh, ben, ego, psyche vs.nin tarihçelerine baktığımızda;

    Bunlar aslında, bugün anladığımız anlamda "deneysel/bilimsel" çalışmanın veya "tecrübenin" adam yerine konmadığı, saf/mutlak "bilgiye" ancak ve ancak tümden gelim ve sezgi yoluyla ulaşılabileceğinin kesin buyruk gibi bellenmiş olduğu zamanlarda, en yüce, en asli ve en yüksek insani faaliyet olarak kabul gören felsefe bünyesinde birer "kategori" olarak ortaya çıkmışlardır.

    Uzun cümle için özür:)

    Ve bu "kategoriler"in konumlandıkları yer ise: Bilme süreçlerinin formulizasyonlarıyla ilgiliydi/ dir.

    Ruh, ben, ego, vesaire..

    Modern zamanlarda ama, felsefeden psikoloji'ye atladılar.

    Daha doğrusu tutundular.

    Karman çorbanlık biraz da ordan gelir.

    :)

    YanıtlaSil