2 Eylül 2016 Cuma

Rinat Dasaev


İlk kez 14 haziran 1982 akşamı , ispanya'da düzenlenen dünya kupasında s.s.c.b- brezilya müsabakasında tanıştığım ve o gün kendisine aşık olduğum, çocukluk kahramanım..

Aslında sadece 1980'lerin değil, bilakis 20. yüzyılın en büyük kalecileri arasında yerini çoktan almıştır Dasaev.

En iyisi midir bilmem, ama en "sevdiğim"dir ve "en sevdiğimizdir" çoğu zaman..

Zaten Dasaev'i sevenler, onu üzerinde C.C.C.P yazılı formasıyla bir başka severler..

Soğuk savaş ve reel sosyalizmin kuşatılmışlığıyla karakterize bir iklime inat (ve bi de varsa ailende "sol" bir damar) , en azından daha güzel bir dünyanın taraftarı olmaya dair ütopik bir kıpırtıyla ivmelenmiş, zamana düşen gölgesiyle bir ince hayal..

Ama izahati zor bir taraftarlıktı(r)  bu aynı zamanda..


Hele ki çocuksan, ve bu topraklarda..

Çünkü yine senin gibi çocuk, "amma ve lakin" takılmış plak misali ben İngilizleri tutuyorum babaa, ben italyayı tutuyorum amcaaa!.. diye etrafta gezinen onlarca "diğer çocuk" arasında..

Ne diye tutulursa bu adamlar, İngilizler, İtalyanlar??

O da ayrı bir muamma..


İşte tüm bunlar, belleğimde sevgi ile hüzün arasında yerini  aldı çoktan..

Yüzü, sportmence bir ciddiyet ve insanca "yalnız", bedeniyse uzun ve inceydi bi o kadar.

Karşıdan bakıldığında oldukça zayıf, yandan bakıldığında ise çok daha dolgun görünen bacakları vardı.

Bu anatomiyle sevimli-uyumlu aksiyonları, en uzak açılara yol aldığı ve hatta tek ayağı üzerine düştüğü anlarda bile, vücudunu toparlayışına yansıyan estetik denge manevralarıyla.. nev-i cismine münhasırdı.


Yaptığı işin gerektirdikleri açısından zaten tartışmazsızdı.

Çok az kaleciye nasip olabilecek yetkinlikte, hem ceza alanı hem de çizgi hakimiyetini aynı 18'de eritmeyi başarmıştı.

Nihayetinde, oldukça yüksek bir yeküne tekabül eden ve hali hazırda bütün zamanların en iyi kaleci kurtarışları arasında yerini çoktan almış bulunan imkansız* kurtarışları  -ve dahi kurtaramadıklarıyla-  fırtınanın önüne kurulmuş bir limanı andıran kalesinde dalgakıran misali yer tutardı..


Hüzün kısmı ise bambaşkaydı..

Çünkü Dasaev ve arkadaşları, arasıra çok yaklaşmış olsalar da hedefe,  hemen her zaman "yenilenler" tarafında bulunurlardı..

Soğuk savaşın en orospu yıllarıydı.


Amerikalı yan hakem gereken ibneliği yapar, bir kaç metrelik ofsaytı "yok" sayardı.

Henüz "bariz gol şansı" uygulaması kimseciklerin kafasından geçmemiş ve kaleme bile alınmamışken, direkt kırmızı kartla oyundan atılan ilk ve tek oyuncu Sovyet formalıydı..

Ki aynı hakem, aynı maçta Maradona'nın 40.000 kişinin şahitliği önünde eliyle kabak gibi çıkardığı topu da elle oynamadan saymamıştı.

Böyle sayısız örnek vardı, ceza alanı dışından aleyhlerine penaltı kararı bile çalınmıştı.

Tuhaf zamanlardı..

Hepsi bilinir ama hiçbiri konuşulmazdı.

Ama tarih ordaydı ve olduğu gibi yaşandı..

Yıllar sonra UEFA başkanlığına seçilen Michael Platini dahi,  geçmişin bu hummalı anımsayışları ve vicdan azabıyla kıvrandığını açıklamak zorunda kalmış, baba oğul kutsal ruh önünde günah çıkarmıştı.

Sadece bu kadar mı?

Elbette hayır..

Tüm bu ahval-ı  ve şerait içinde, kontrast bir detaydı öte yanda..

Çünkü en imkansız kurtarışlara attığı imzalar kadar, "en güzel golleri" yiyen kaleciydi o aynı zamanda.. Socrates, Zico, Van Basten.. Belki de kariyerlerinin güzellik ve zorluk derecesi en yüksek  gollerini o'nun koruduğu kalenin ağlarıyla buluşturmuşlardı.. Hey gidi Dasev, yenilginin bile estetiğini sunardı sanki, her ne kadar kederlendirse de bizleri dekran başında.














Lafın kısası;

Dasaev, kendisini seyretmemiş olan futbol severler için önemli bir kayıptır.

Onunla birlikte bir "düş" de kaybolmuştur.

Hele ki.. Yıllar sonra, kendisi ile şahsen tanışma fırsatını yakalamışken, tam da ayarlanmış ve rezervasyonları yapılmış buluşma gününe denk gelen bir atama..




Genel müdür oldunuz, geçiniz hastanenizin başına..

Hayat bazen ne manyak.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder